<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d9035958\x26blogName\x3dGece\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dSILVER\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://sebnem.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://sebnem.blogspot.com/\x26vt\x3d49898149766296179', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script> Gece Logo Ana Sayfa Profil

Pazar, Ağustos 28, 2005

Oftalmolojik Onay

Kullandığım göz makyajı temizleyicisinde kocaman bir ibare var, “Oftalmolojik olarak onaylanmıştır.” Oh be rahatladım, ben de ya onaylanmadıysa diye düşünüyordum. Migrostan alışveriş yapan ortalama her Türk kadını bilir çünkü oftalmolojik onayın ne olduğunu.

“- Rüknettin, bak bundan alalım bunda hidra-aloe var.
- Saçmalama kadın, bak bakayım onaylanmış mı Oftalmolojik olarak”
Şampuanlarda falan kısmen alışmıştım reklamlarda yok protein yapıtaşı yok volume boost teknolojisi, yok hydra bilmem ne formülü. Benim için olay saçımı ıslatıp şampuanı sürüvermek yahu. Öncesinde laboratuara götürmüyorum.

“ Pardon bi şu kabın içindekileri incelermisiniz, içindeki gliserin oranı ile hydra-claryl’in yağa oranını öğrenmek istiyorum.”
Bana ne içindekinden! Kısaca söyle, "kardeş kullan bizim ürünü, saçın kabarmaz". Ya da "gözlerine valla zarar gelmez". Ama yoook, kısırlaştı tabi pazarlama taktikleri. İnsan 20 sene boyunca ürününün pazarlama sloganını "saçlarınız kabarmasın" yapamaz ki. Zaman zaman değişiklik yapmak lazım: “Hidra-aleo’li yeni formülü ile saçlarınız kabarmasın”

Perşembe, Ağustos 25, 2005

Ben Yazar, yok yok Gülse Birsel Olacam

Babamdan öğrenmişim herhalde, ben bu yaşa kadar araba yıkamacılar sadece pazar günü çalışıyor sanıyordum. Yeni keşfettim, her ne kadar teammüllere aykırı da olsa hafta içi de araba yıkatılabiliyormuş.

Keşke daha önce öğrenebilseydim bu gerçeği. Böylece borcu asla bitmeyen, durduğu yerde benden çok para harcayan siyah oğlum da 1,5 senelik hayatının yarıdan fazlasını "toz grisi" geçirmek zorunda kalmazdı.

Özetle, ben bugün iş çıkışı arabayı yıkatmak için her zamanki alışveriş merkezi oto yıkamacıya gittim. Benim oğlana aşağıda bana anca ayda bir, ki o da kuaförümde, yapılan muamele yapılırken - yani arabam şımartılırken- ben de yukarıdaki markette vakit geçirmeye gittim. Kitap reyonunda bitti benim tur. İki kitap attım sepete. Biri Gülse Birsel'in bir kitabı... Arabanın çıkmasını beklerken okumaya başladım.

O dakikadan şu ana kadar geçen 3 saatlik süre içinde oto yıkamacıların hafta içi de çalıştığını öğrendim, alışveriş yaptım, kitap aldım, arabamı yıkattım, yemek yedim (rejimi bozmadım) ve kitabı bitirdim.

Hayır kitap 20 sayfa değil, tam 188 sayfa ve hayır, giriş ve tasvir bölümlerini atlamadım, zaten yok öyle bölümler, sonuçta kadın rus edebiyatı yazmıyor. Özetle kitabı bir solukta bitirdim!

Sonuç: Ben karar verdim, kariyer hedefim Gürse Birsel olmak.

Oh be kurtuldum, muhtelif şirketlerin genel müdürleri kariyer hedefimi sorduklarında onların koltuğunu göstermekten.

Çarşamba, Ağustos 24, 2005

Healty Warning

Feci bir bilek, kol, dirsek ağrısı ile mücadele ettiğimiz şu günlerde ilaç ve dirseklik fayda etmeyince, rahatsızlığın kaynağına inip onu çözmeye karar verdim, klavyemi değiştirdim. (Sorunun kaynağına inip sorunu çözmek konusunda her zaman bu kadar iradeli ve istekli değilimdir, bu seferkinde böyle olmasının en önemli nedeni alışveriş çılgınlığı . Ayrıca klavyelerde beden olmaması ne güzel değil mi ?)

Dün akşam, tabi özelliklerine hiiiç bakmadan, gözüme en şık görünen klavyeyi satın aldım. Bugün de pek hevesli işe geldim, yeni klavyemi kullanacağım, ağrılarım azalacak vs. vs.. Çıkardım kutusundan, kablosunun üzerinde kocaman kırmızı bir etiket var: "HEALTH WARNING".

Hayda, ben sağlığım iyi olsun diye maaşımın hatırı sayılır bir yüzdesini buna vermişim – hayır, klavye çok pahalı olduğu için değil, benim maaşım az olduğu için- adam bana sağlığın tehlikede diyor.

Evirip çevirdim klavyeyi, bir de altında kocaman yapıştırma, bilgisayar ve klavye kullanımı el, bilek ve dirseğinize zarar verebilir mealinde bir şeyler yazıyor.

Neyse dedim, bozmadım moralimi. CD’sini taktım, amanın da ne güzel falan diyorum, adam pat bir ekran açtı, sağlığıma zarar vermemesi için ne yapmam gerektiğini anlatıyor.

Sonuçta anladım ki klavye falan hikaye, doğru oturmak gerek. Bunu anlamadan önce alışverişçi ruhumun, araştırmacı ruhumun önüne geçmiş olması artık sadece kredi kartım ile benim aramdaki bir sorun.

(Uyarıların içeriğini merak edenler ve sağlığına önem verenler, buyrun sizi böyle alayım.)

PS: dirseklerini koltuğun koçanına koyup yazı yazabilenler bana nasıl yapılabileceğini anlatabilir mi?

Pazartesi, Ağustos 22, 2005

Rejim Günleri 3

Dün akşam karar vermiştim rejime başlamaya, hatta dün yapılan bir Beypazarı turunda, yanda görüldüğü gibi iştahla sarmaları götürürken bunlar son nasılsa diyordum. Ama tartı bugün bana öyle bir rakam gösterdi ki bırakın rejim yapmayı, ölüm orucuna girsem yeri.

Ve evet, yine rejimdeyim.

Biliyorum şu blogun Kasım 2004'den beri olan tarihinde bile 2 defa bu konuda yazı yazdım (Bu sonuncusu, bu da ondan bir önceki.) Hatta bu süre içinde bir de diyetisyen macerası da atlattım. İnandırıcılığımı kaybettim.

Ama bu son. Bak yazıyorum buraya, ben bu kiloları vereceğim. :)

Cumartesi, Ağustos 20, 2005

Hayatın Çetelesi

Taner beyler fal tutmuşlar google'dan, bir arkadaş da "adını google da aratsana, pek eğlenceli" demiş. Cumartesi akşamı loser loser evde Internet başında olunca, böyle sıkıcı şeyler bile yapabiliyor insan.

Yaw arkadaş, bu google hayatımızın çetelesini tutuyor. Adamın verdiği her link hayatımın bir döneminden bir kesit. Benim için sorun değil, ben zaten teşhirci bir insanım da, saklamak istesen saklaman mümkün diil ona üzülüyorum. .

O değil de, ne olurdu şu teknoloji ben ortaiki de hayatımın ilk platonik aşkını yaşadığım dönemlerde olsaydı?...

Hey gidi günler heeey.

Yaş 12 falan herhalde. Fanatik beşiktaşlıyım. Bırak ilk 11'i ilk 22 sayıyorum, ad-soyad-doğumyeri ve yılı ile. Ama asıl Şifo benim aşkım. Adamın, annesinin isminden, hentbol oynadığı zaman ki antrenörüne kadar bilmediğim yok. Öyle bir aşk ki, ben boyum uzamasın diye dua ediyorum, malum Şifo 169 cm. Eve de bir video aldırmışım. O zamanlar televoleler yeni çıkmış, sporcular ile ilgili magazin de içeren bir spor programı formatında. Ben orada çıkan Şifo haberlerini kasetlere kaydedip arşivliyorum, gazete haberlerini kesip dosyalıyorum. Bilmediğim olmasın diye. Nasıl bir emek anlatamam.

Şimdi olsa, yaz google'a anlatsın, ne gerek var o emeğe. Yok arkadaş, kolay bu devirde platonik aşk, nerde bizim zamanımızda ki aşklar :)

Cuma, Ağustos 19, 2005

Vakti geldi

Artık vakti geldi sanırım. Önce Tekin Acar'a gidip 200-300 milyon verip 25 yaşından sonra kullanırsınız dedikleri kremlerden alayım, sonra da spor, diyetisyen falan şu kiloları vereyim.

Bu nedensiz (!) gaza gelmenin iki sebebi var.

Birincisi, malumunuz İzmirde gönüllü kıyafetleri içinde 8 gün boyunca azr-ı endam ettik. Her gören gönüllümüsünüz diye sordu, "gönüllü değil, görevliyiz" diyemedik, gönülsüzüz sanarlar diye, "Gönüllüyüz" dedik. Bir gün almışım gazı İzmir erkeklerinden, bir de hani görevlilerin bi "ben herşeyi bilirim, buralar benden sorulur" havası vardır ya, onu da takınmışım üzerime sahada atış alanına doğru gidiyorum havalı havalı. Polislerin yanından geçtim, bir tanesi yanındakine döndü ve şu talihsiz cümleyi kurdu:

"Len olm, gönüllülerde yaş sınırı falan yok mu?"
Benim söndü tabi bütün hava. Yakın plan bir fotoğraf çektirdim hemen. Attım bilgisayara, sürekli kırışıklığım falan mı var diye inceliyorum. "Güneş varken kısıyorum ya gözlerimi, kıstığım yerler yanmıyor, onlar da çizgiymiş gibi gözüküyor, kesin ondan." diye düşünüp durdum orda.

Bu birinci sebepti. Gelelim ikinci sebebe.
Gitmeden önce bir dirsek ağrısı başlamıştı bende. Aslında iki dirsek ağrısı, ikisi birden nasıl ağrıyor. Internetten koydum hemen teşhisimi: Tenisçi dirseği. Bu rahatsızlık genelde tenis gibi bileklerin aktif olduğu sporlarda ve örgü ören, el işi yapan ev hanımlarında ortaya çıkıyormuş. Ankaraya varınca bir doktor yapayım da yine teyid ettireyim teşhisimi dedim. Gelir gelmez de yaptım nitekim.

Doktor Bey, sorular sormaya başladı bana. Ben hazırlıklıyım, spor yapıyormusunuz sorusuna. Malum gayet işini bilen kariyerli, modern, bakımlı, gencim falan... Aslında öyle göründüğümü sanıyormuşum. Ne yazık ki doktor, sürekli hamur işi yapıp, evde kalmış, ceyiz yapan bir kız gördü karşısında ve bana şöyle dedi:

Çok mu elişi yaptınız bu ara?
Haydaaa, spor yapıyormusunuz diye soracaktın doktor bey amca, o kadar mı evde kalmış ev kızı gözüküyorum. Araya sıkıştırdım, bütün gün işte bilgisayar kullanıyorum ondan olabilir mi diye. Ama o çıkarken hala " El işi yapmayın, dirsekliğinizi takın" falan diyordu.

Benim tez vakitte görüntümü Baskül ailesinin küçük kızından Sex and the city kızına çevirmem lazım.

Universiade Notları

Kimin ne kadar umrunda bilmiyorum ama İzmire gittim ve nihayet şehrime döndüm. Buyurun bunlar da Universiade ve İzmir notları:

  • Hocam, cidden güzel İzmir kızları. Ben bile yolda öyle uzuuun uzuuuun baktım kızlara, gözümü alamadım. İzmir erkekleri de pek bir atılgan. Yanınızda kim var hiç önemsemiyorlar laf atıyorlar, öpücük yolluyorlar. Bence İzmir kızlarının adını çıkaran da bu İzmir erkekleri.
  • Bir futbol sahası büyüklüğünde alanda 36 ülkeden insanla beraberdim 9 gün boyunca. Pek bir güzel idi. Meksikalısı, Rusu, Türkü, Amerikalısı...
  • Çalıştığımız çadırda İspanyollar da vardı. Onlara her sabah İspanyolca günaydın demek ise ayrı bir keyifti, zira İspanyolca derslerimde sadece selamlaşmaya kadar gelebilmiştim.
  • Koreliler okçulukta acaip iyiler. Bayrak töreninde ülke milli marşları çalınmadı, universiade marşı çalındı. Eğer ülke marşları çalınsaydı sanırım Kore marşını ezberlemiş dönecektim. Kore-Türkiye iyi ilişkileri devam ediyor. Zaten bizim gönüllüler şamataya meraklıydı, bir de tribüne çıkıp Koreye tezahürat yapınca iyice canlandı ortalık.
  • Güvenlik son derece sıkıydı. Diğer tesisleri bilmiyorum ama bizim tesislerde polisler laptop, cep telefonu, fotoğraf makineleri gibi tüm elektronik aletleri çalıştırmamızı istediler kapıda. İçinde bomba olma ihtimaline karşı. Gözlük kaplarına kadar baktılar. Kolyeleri, kemerleri falan çıkarttırdılar. Ancak, arabanın içine bakmadılar :)
  • İzmirde uluslararası bir lisan vardı :) Değiştirmek yerine change etmek, kontrol etmek yerine check etmek, rozet yerine pin gibi. T-shirtler bedenimize göre değil "random" verildiği için herkes t-shirtünü biri ile "change etmek" derdinde idi. Bir de sporculardan "pin" almak, alınan pinlerin yaka kartına iğnelenmesi statü göstergesi oldu bir zaman sonra.
  • Belarus ve Ukranyalı okçu kızlar pek bir güzellerdi. Güzelden de ziyade alımlı diyelim. Salınmayı iyi biliyor hatunlar. Paylaşıldılar tabi ilk günden. (sanal da olsa) "Olm benimki ona hello dediğimde cevap verdi", "O benim olm, yengen olur" konuşmaları duydum bol bol. Haaa, İtalyan erkeklerinin de adları çıktığı kadar var.
  • Nescafe 3'ü 1 aradanın kahve menüsüne girdiği tek yer İzmir galiba. Teleferikteki mekanların birinde kocaman yazıyordu, bizzat gördüm.
  • Türkiye Okçuluk Federasyonun başkanı Uğur Erdener, Dünya (Uluslararası) Okçuluk Federasyonunun da başkanı oldu. Dolayısı ile topu hiç taça atamadık.
  • Basını da takip ettik o sürede. Sadece aksiliklerin ve müsabaka sonuçlarının gazetelere çıkması çok yazık. Bir dolu iyi iş yapıldı orda. Bir gün Atatürk Stadyumuna gittim, karşılaşma yokken. Dolaşıyorum ortalıklarda, koridorda. Her tarafta çalışan insan öbekleri. Kimi yere oturmuş kabloları kontrol ediyor, kimi bir gün öncesinin canlı yayını izliyor banttan hata varmı diye, kimi koltukları siliyor, kimi toplantı organize ediyor. Cidden gurur duyulacak bir iş yaptık.

Salı, Ağustos 16, 2005

Tadilat

Tadilattayız, bi güzellik olacak tez vakitte buralarda. O yüzden şimdilik biraz yamulmuş bir durumdayız.

Edit: Hala tadilattayız, bilenler MSN'den şurası şöyle olsaydı falan diye tacizde bulunmasınlar :)

Pazartesi, Ağustos 15, 2005

Keyif

Pazar Akşamı Konak North'ta keyifSabahın köründe başlıyor çalışma. Sıcakta yoruluyoruz bütün gün. Ama gün bitince, sahadan ayrılınca...

Püfür püfür rüzgar, buz gibi bira, muhabbet...


Keyifliyim ulen. Eksiğim ama keyifliyim. Bozmasın kimse.

Pazar, Ağustos 14, 2005

İzmir Teleferik Seferi

İzmir Teleferik SeferiHouston teleferik turu yapar da, ballandıra ballandıra anlatır da, ben yapamaz mıyım? Yaptım, hatta ben de anlattım. Buyrun burdan bakın.

Cumartesi, Ağustos 13, 2005

Hoşçakal

bu garip bir veda olacak
çünkü aslında hep içimdesin
ne kadar uzağa gitsem de
gittiğim her yerde benimlesin

söylenecek söz yok
gidiyorum ben
hoşçakal


Şebnem Ferah-Hoşçakal

Cuma, Ağustos 12, 2005

Egede Gece

Urlada keyifli bir akşam

Fıskiyenin Altında

Dün akşama kadar tesiste kaldıktan, kazasız belasız günü atlattıktan sonra tam çıkarken yandaki çimlik alanın sulandığını fark ettim. Kenarına kadar gittim, rüzgardan uçan damlalar azıcık serinletsin diye. Ulan dedim sonra, filmlerde hep olur, kız fıskiyelerin arasından koşar, nasıl "hoş" bir görüntüdür o, Sepuk ve Çeydıl dillerinden düşürmezler. İzmirin sıcağı da motive etti. Hadi dedim dalayım sahaya, koşayım, serinleyeyim, ıslanayım...

Şimdi gözünüzün önüne gelen, fıskiyenin altında beyaz t-shirti ile ıslanan kız görüntüsünü silin, onun yerine hayvanat bahçesinde serinlesin diye üzerine hortumla su sıkılan fil görüntüsünü getirin. Bu görüntü bu duruma daha uygun :)

Hele bir de sahanın suyu fazlası ile yediğini, o çimlik ve çekici alanın aslında bataklık olduğunu düşünürsek benim keyif, ıslak bir şekilde paçamdaki ve ayakkabıdaki çamurları temizlemek ile sonuçlandı.

Pişman değilim, yine yaparım.

Perşembe, Ağustos 11, 2005

İzmirde Frappe Keyfi :)

Okçuluk federasyonu münasebeti ile İzmirde geçirdiğimiz 2. gün.

Buradaki tek lüks, soğuk su. Başka hiç bir şey yok.

Ben de dün kahvesiz çalışmam diye takıldım federasyondaki hocamıza, o da yolladı bizi Kipa'ya. Kettle, kahve, şeker, bardak, kaşık falan aldık, çadır şeklindeki ofisimize mutfak kurduk. Ama acıcık ucuza kaçmışız, sabah geldiğimizde kendi kendini kapatamayan kettle, yanık plastik aksamı ile bize "yok size kahve mahve" dedi. Ben ki yılmam hiç bir şeyden (!) uyduruk bir su ısıtıcısının oyuna gelip vazgeçer miyim kahve keyfimden?

Vazgeçmedim, haliyle. Buz gibi bir su kaptım, frappe yaptım.

Mis gibi frappeTarif basit, dolaptan bir şişe soğuk su alıyoruz. 1/3'ünü zaten susamış olduğumuz için kana kana içiyoruz. Elimizde kalıyor 2/3 şişe su. Aç iki tane 3'ü bir arada. Boşalt içine. 3 kaşık da ek kahve. Sonrası koluna kuvvet. Su şişesine shaker muamelesi yapınca, süper olmasa da bu koşullar içinde serinleten bir kahven oluyor. Okyay'ın katkıları ile resim yanda.

Çarşamba, Ağustos 10, 2005

Gece, İzmirden bildiriyor

Universiade 2005 için İzmirdeyiz. Sabah geldik, ve bir curcunanın içinde bulduk kendimizi. Yaka kartlarımızı aldık, bir dolu badireden sonra. İnsanlar, görevliler, sabahlamışlar, ortalık dağınık... Kıyafetler için bedenlerimizi yine sordular, söylemek zor geldi ama varmış Allahtan bedenim. Sanırım şortların içine zıplayarak girmeyeceğim. Haa, sponsorumuz mu artık bilmiyorum ama tüm donanım Adidastan. Gayet de hoş şeyler :) İzmirin yarısı lacivert pantalon üzerine beyazlı lacivertli Universiade t-shirt'ü ile dolaşıyor.

Hediyelik eşya bekleyen arkadaşlar. Benim bulunduğum yerde yok. Ama fuar alanında var, insanlar kapışıyorlar. Dükkan (seyyar araba) boş gözüküyordu, ama herhalde açılış bile olmadan tükenmez, merak etmeyin alacağım hatıralık şeyler. (Not: Çeydılcım, sen hiç merak etme. Verilen T-shirtlerden birini ne olur ne olmaz diye sana ayırdım, başka bir şey bulamazsam en kötü t-shirtun olacak.)

Henüz Internet vs. tam oturmadı, kahve olayımızı bile Migrostan yeni satın aldığımız kettle ile çözdük :) Dolayısı ile kısa bir not olarak merak eden varsa diye yazayım dedim.

Vaktim olmadığı için bkz veremiyorum ama vercek durumum olsaydı, blogu mail olarak kullanmak başlığına boş bakınız vermek isterdim.

Siz anladınız beni ;)

Cumartesi, Ağustos 06, 2005

Sıcak

Hani doldurursun küveti. Su nasılsa soğuyacak ben içindeyken diye, dayanabileceğinin üstünde sıcaktır. Az sonra yaşayacağın rahatlığı düşünür, aklına üşüşen bir dolu şeyi kovmaya çalışırsın. Havuza girer gibi önce ayağını sokarsın, çok sıcak dersin, soğusa mı biraz?

Sonra karar verirsin girmeye. Ve artık suyun içindesindir, başın dışında... Su soğuyana kadar hareket etmemeye çalışırsın. Kıpırdamadığın zaman ise çok rahatsız olmazsın, ama hareket ettikçe su bedenini acıtmaktadır çünkü.

Ankara'da şu anda dışardaki 36 derece sıcaklıkla hissedilen...

Perşembe, Ağustos 04, 2005

:(

Başağrısı, huzursuzluk, ihale, tatilsizlik, endişe, yalnızlık, kalabalık, iş, işsizlik, kredi kartı, istifa, uykusuzluk...

Sabah daha 09.43. Bıcır bıcır ruhum beni bırakıp gitme, bugünü sensiz bitiremem...

Çarşamba, Ağustos 03, 2005

Alacağın olsun Murphy

Dün şirkette maniler eşliğinde keyifli bir güne başlamıştım ama dün ve bugün gün içinde Murphy kendini sık sık bana hatırlattı. Buyrun benim murphy kurallarıma:

  • Uzunca süredir peşinden koşulan iş, işin asıl sahibinin 5 gün izne gittiği zaman, ihaleye çıkar.
  • Mevcut/eski/potansiyel sevgili ile kritik konuşmalar mutlaka en keyifsiz zamanına denk gelir.
  • Canın deli gibi makarna istediği sırada tüp biter.
  • Sabah erkenden işe gelmek için 5.30'da kalktığında sanal ses makinasında izlemeyi çok istediğin bir dizi vardır.
  • To do listinde bir haftadır duran ve daha bir aylık deadline'i olan işler yöneticilerin aklına deadline'ı 3 gün kalmış olan diğer işlerin en yoğun zamanlarında gelir. (bu aslında Türkçe bir cümle)

PS:. Sabah 8.30'da baslamışım yazmaya, akşam 6 olmuş, bilgisayarı kapatırken gördüm, öylece kalmış , e basıvereyim bari publish post butonuna, hazır elim değmişken, bitmedi ama idare ediverin.

Salı, Ağustos 02, 2005

Dolma, Sarma

Kuş üzümü faciasından sonra ikinci dolma denemem de baktım işler fena gitmiyor, hadi bir de sarma deneyeyim dedim. Bir gün mutlaka başaracağımı biliyordum. Başardım, mutluyum :)

Lezzeti mi? O kısmetse bir daha ki sefere :(

Pazartesi, Ağustos 01, 2005

Sevgili Google Abla

Bizim haneye kim gelmiş, kaç kişi gelmiş, nerden gelmiş gibi bilgileri elde etmek için bir raporlama aracı kullanıyorum. Ordan gördüm, bir arkadaş google'dan arama yaparak bizim blogu ziyaret etmiş.

Buraya kadar bir şey yok. Asıl mevzu şurda, arama kelimeleri "eki erkek arkadaşı unutmak için" İşte burası enterasan ;)

Bu arama sonucunda ilk sırada çıkışıma ise ayrı bir güldüm (zira unutamadık kendisini hala, ben ne anlarım unutmaktan), google'da böyle arama yapan arkadaşa ayrı güldüm. Hayır, google'i nasıl konumlandırdıysa kafasında. Hazır reçete mi verecek sandı nedir?

Sevgili "Sevgili Google Abla"cı arkadaşım, sana da yardımcı olmak isterdim ama kelin ilacı olsa... Ama benden sana bir tavsiye "eki erkek arkadaş" yerine "eski erkek arkadaş" diye arama yaparsan daha tatmin edici sonuçlara ulaşabilirsin.

Bu arada "Kolejli kızlar" diye arama yapan diğer bir arkadaşa ise yardımcı olmak istemediğimi de huzurlarınız belirtmekten zevk duyarım.


eXTReMe Tracker