<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d9035958\x26blogName\x3dGece\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dSILVER\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://sebnem.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://sebnem.blogspot.com/\x26vt\x3d49898149766296179', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script> Gece Logo Ana Sayfa Profil

Cuma, Ocak 25, 2008

Cuma

Laylaylom bugün cuma :)

Bundan bana ne aslında, hafta sonu da pek birşey yaptığım yok. Evimde dizimi kırıp oturmayı düşünüyorum bu haftasonu da. Bu arada bu çizmeleri bu karlarda giymeye devam edersem, yakında gerçekten dizimi kırıp oturacağım. Buz pateni yaptım yine işe gelirken. Arabanın da kıçı bi o yanda, bi bu yanda... Gelecekti sabah başıma bir iş.

Ardacığımı özledim, haftasonu görsem onu uzun uzun... Serkanımı göremiyorum, bari Arda ile hasret gidereyim. Büyüdü çok sıpa. 14 aylık şimdi. bazen bal dök yala kıvamında, bazen çok huysuz. Huysuzken de hep annesini istiyor, o nedenle benim için bir sakıncası yok.
Resim en az 6 ay önceden... Ama en sevdiğim resimlerden.
Yemek yeme çalışmalarına devam ediyor Arda. O gün annemler kocaman bir örtünün üzerine oturttular bunu, eline bir kaşık verdiler. Önündeki tabakta da tane mısırlar var. Yiyemedi garibim :) Döküp saçtı hepsini. Kaşığı daldırıyor, çıkarınca yan çeviriyor, ağzına getirene kadar kaşıkta 1-2 mısır tanesi kalıyor. Ama çok eğlendi :) Yere örtünün üzerine düşen taneleri bile kaşıkla almaya çalıştı. Pür dikkat almaya çalışıyor, alınca da kafasını kaldırıp gülerek bana bakıyor, bak yaptım diye.
İlk mektubumu yazdım Serkana. Serkana gitmeden önce açılacak olması çok rahatsız ediyor, ama yapacak bir şey yok, kendisinin henüz çarşı izni bile yok :) 16 haftası kaldı... Kısmet olursa düğünümüz de 9 ay sonra bugün. Doğmamış çocuğa don biçmek tabir edilen bi şekilde nikah tarihine karar verdik de :) Henüz ailem ile tanışma, ve gitmeden önce takılan bir yüzükten başka hiç bir şey yok. İstenmedim bile daha, ama düğün tarihi belli. bişeyleri karıştırdık sanırım. Kısmet tabi. Öyle şimdiden plan yapmakla olmuyor bu işler...
Keyifliyim bugün, sevgilimi özlemekten başka derdim tasam yok. Allah bugünlerimizi aratmasın ne diyelim :)

Çarşamba, Ocak 23, 2008

Jöle kutusunda aşk

İnsanın koku hafızası daha mı iyi çalışıyor nedir. Ya da benim hiç bir hafızam çalışmadığı için koku hafızam göreli olarak mı iyi. (sevgili ile yapılan kavgaları, onun yaptığı hataları falan asla unutmam, o ayrı. O kadın olmanın doğal bir getirisi)

Sabah kırk yılın başı elime aldığım saç jölesinin kutusu ile uzun uzun bakıştık. Uzattım başımı, kokusunu sevgilimin kokusu gibi çektim içime. Kalbim bi titreşti... Neden, çünkü sevgilimin evindeki jöledenmiş o jöle. Ve ben kokusunu duyar duymaz, onun evindeki keyifli anlara gidiverdim.

Hadi jöle neyse, çok çok nadir kullanırım. Kokusunu hatırlamam normal. Hatta belki de her jöle aynı kokuyordur, onu bile bilmiyorum. Peki ya şampuana ne demeli.

Kaşta tatildeyken onunla Migrostan aldığımız şampuanın aynısını kullanıyorum şimdi. Saç tipime uyduğundan değil, kokusu yüzünden. Aynı şampuan markasının kına özlüsü de nedense Didim'i hatırlatıyor bana. O şampuanı kullanınca evin yanındaki duştaymışım gibi hissediyorum. Yosun kokusu tek bir geceyi. Yanık kokusu yine didimi. (bu arada yazarken fark ettim, didimi bi kokularla hatırlıyorum. a. yaz döneminde insanın burnu daha bir açık oluyor, b. ilk gençlik yıllarıydı, çok sarhoş olurdum, bir tek burun hafızası bundan etkilenmiyor, c. şehrin kokuları bulaşmamış bir yerde olunca kokular daha keskin oluyor...)

Yine bir koku hatırası... Eski sevgililerimden birine kokunu özledim demiştim. "migrosta bile satılıyor, git al demişti" Şehirden uzaktaydı. O zaman ne dert etmiştim bu lafı. Adamın öküzlüğünü ben ne dert ediyorsam, o etsin. (Umarım hala okumuyordur burayı, öküz dedik adama.)

Bu kadar kokunun içinde bir de bahsetmeden geçemeyeceğim bir "premier jour" hikayem var. Bundan 6 sene önce, çalışmaya yeni başlamışken dedim ki, artık benim de düzenli kullandığım, insanların koklayınca "ay bu şebnem'in kokusu" diyecekleri bir parfümüm olsun. Oldu da, hem felsefesine, hem de kokusuna aşık oldum. (kokunun felsefesi mi dedim ben az önce?!) 3-4 şişe falan kullandım. Sonra ithal etmemeye başladılar. Aşkımız bitti...

Giriş ve gelişmeyi yazdık. Sonuç paragrafındayız kompozisyon derslerinde öğrettiklerine göre.

Sonuç: Kokular önemlidir, kokunuz, kokturunuz.

Pazartesi, Ocak 21, 2008

keyif(siz)

geçen hafta sonu sevgilimi uğurladım 4 aylığına. Bu hafta sonu da onu, 5 aylığına.

Keyifsizim...

Çarşamba, Ocak 16, 2008

Pilates

Bacak bacak üstüne atmam saniyeler sürüyor. Çoğu zaman atamıyorum zaten, bir bacağımı ellerimle kaldırıp, diğerinin üzerine yerleştiriyorum. Masadaki bir şeyi almak için zor bir karar vermem gerekiyor, uzanarak mı alacağım, ayağa kalkıp mı. Anneannemden beterim şu anda, her bi yanım ağrıyor. Bildiğiniz "ay aman off" hastalığına tutulmadım. Sadece pilatese başladım.

Her ne kadar eski ofisim bilkent gibi bir yerde olsa da GOP'a taşınınca bi tarzım değişti benim. Bi sosyetik oldum. Belki Avrupa Birliği projesinde çalışmanın etkisidir bilemeyecem. Ama öğle tatillerinde yürüyerek gidilebilecek bir yerde pilates dersi olduğunu duyunca birden heveslendim.

Spora karşı bir insanım ben. Bugüne kadar düzenli spor yaptığım süre taş çatlasın 1 aydır. 2. ay ya param, ya şevkim kalmaz bırakırım ben. İnsanın içinde olması lazım, böyle zorla olmuyor. Akşam iş çıkışlarında daha iyi bir alternatif olduğu an satıyorum sporu. Bir de duşu, çanta taşıması vs çok zor geliyor bana.

Öğle tatili olunca, kızlar "bizim duş almamıza hiç gerek kalmıyor, terletmiyor" deyince, öğle tatillerini zaten ofiste bilgisayar başında geçirmek dışında bir seçeneğim olmadığını düşününce "he" deyiverdim.

Dün de ilk seansıma gittim. Hocanın ilk sorusu "nefes alıp vermeyi biliyor musun?" oldu, "eh işte bi şekilde geldik 28 yaşına" dedim ama onun kastettiği daha teknik bir nefes alma stiliymiş. Göğsü şişirmeden kaburga kemiklerini itebilen var mı aranızda? Ben yapamıyorum da...

Sonra başladık spora. Öyle yavaş yavaş takılırken, bi baktım hareketlerde bi titreme alıyor beni. Meğer ne zormus kolu bacağı öyle havada tutmak.

Bi ara hoca düzeltmeye geldi benim hareketimi. Yandaki yağlarıma takıldı. "Bunlar gitsin Şebnem" dedi, "ben de diyorum ama gitmiyorlar, yüzsüz çıktılar" dedim. "20 kilo vermiş halime laf ediyorsunuz şu anda" dedim. "20 kilo gittiyse süper, bi 8 kilo daha ver, taş ol" dedi. Kaburgalarını itebilen ve gözleri hassas terazi olarak çalışan bir pilates hocam var benim. Diyetisyen o kadar ölçüp biçiyor, bu adam direkt göz kararı söylüyor. Helal olsun. orda polemiğe girmedim tabi, "sadece 6 kilom kaldı bikereeeemmm" diye.

Ders keyifliydi, çabucak bitti.
Ondan bana yadigar bir garip sızı kaldı...

söylemeden geçmeyeyim, gün itibari ile şafak 122.

Çarşamba, Ocak 02, 2008

pencere kenarı, bayan yanı

bir önceki yazımda hani yanımdaki yolcunun duygularına tercüman olmaya çalışmıştım ya, orada bi hata yapmışım. Yanımdaki abla da değil teyze de değil, bildiğin abiydi. Kamil Koç'un süper sisteminde erkek gözüktüğüm için erkek yanı satılmış bilet. Teessüf ederim kamil koç balgat şubesine.

Burdurdan, asker görüşmesinden, içimin nasıl burulduğundan bahsetmek istemiyorum, canım çok acıyor. 9 gün sonra onu yeniden göreceğim, hem de sivil. Ama geriye kalan 136 gün ayrılığa hiç hazır değilim.


eXTReMe Tracker