<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d9035958\x26blogName\x3dGece\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dSILVER\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://sebnem.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://sebnem.blogspot.com/\x26vt\x3d49898149766296179', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script> Gece Logo Ana Sayfa Profil

Pazar, Nisan 30, 2006

30 Mayıs 1993

Bir bayram tatili... Didim.

Hava güzel. Kot ceket var ama üzerimde. Çıkarıp derdop ediyorum tahta iskelede başımın altına koyuyorum. Uzanıyorum. Sonra o da başını benim dizime koyup yatıyor. İçim kıpırdanıyor. Hoş çocuk bu... Onun dizine bir başkası koyuyor başını... 4 kişiyiz... Gökyüzü inanılmaz güzel...

Kaç yaşındayım? 14 galiba.

Üzerinden 13 sene geçmiş. Yıldızlar hala gözümün önünde. Yatışımız hala aklımda... İçimin hareketi, içimde kıpırdanan kirpinin ilk hareketi değil bu. Başkalarında da yuvarlanmışlığı var kirpinin içimde... Beni yağmurdan korumak için okul ceketini şemsiye yapmış çocuk var mesela... Ama o kıpırdanma bi başka geliyor bana.

Neden aklımda bu var? Neden yıldızlar gözümün önünde hala. Neden onunla seneler sonra yaşadığım 4 seneye dair hiçbirşey yok da bu var aklımda?

Bi anlamı olmalı...

İtiraf ediyorum

LES kitabı aldım, sınav yarınmış gibi çalışma kararı aldım.

Kahvenin içine Baileys koymadan içemez oldum. Sabah kahvaltısındaki kahvemi alkollü almaya başladım.

Askerliği bitireli 1 sene olan eski erkek arkadaşın tee askere giderken verdiği filmi dün gece inanılmaz bir sabırsızlıkla izledim.

Terapist süreyi uzun tuttu, bi yarım saat geç çıktım, mutlu oldum.

V for Vendattayı gelecek hafta sonunda şehir dışında olacağımdan bugün izlemezsem bir daha izleyemeyeceğimi fark ettim.

Son 1 haftada 1,5 kitap bitirdim.

Domatesli makarna krizine girdim, yetinmedim yaptım, yedim.

Bütün bunların tümünü elime yapışan aylardır bitmeyen o raporu yapmamak, biraz daha erteleyebilmek için yaptım. Pişman değilim, yine olsa yine yaparım. Yaşasın antidepresan...

Cumartesi, Nisan 29, 2006

Kırılmış Cam

Dün bitanecik arabamın 2. doğumgünüydü. Öyle şaşalı bir doğumgünü yapmadık tabi, kaskosunu yeniledim sadece.

Ve dün cuma olduğu için, ve ben cumaları evde oturulmaz öğretisini sonuna kadar benimsediğim için şehrin göbeğinde olan devlet kurumuna arabam ile gittim. Sözüm ona akşam araba ile rahat edecem.

Güzelce bir yere park ettim. Her tarafta vızır vızır polisler var ve park ettiğim sokaktan hergün araba çekiyorlar. Aman oğlumu çekmesinler.

İnerken şöyle bir arabaya göz attım. Ön koltukta içinde önemsiz bir iki şey olan torbayı aman burda durmasın bişey sanarlar diye koltuğun altına sıkıştırdım. İki defa kitledim. Yol boyu dönüp dönüp baktım... Özlemişim keretayı, 3 gündür kullanmıyordum.

Mesai bitti... Oğlumun kırılmış camı ile buluştum. Bir dolu kurumun ortasında, gün boyu en az 4 trafik polisi olan yol boyunca koltuğun altındaki torba için camım kırılmış, kol uzatılmak sureti ile torba alınmış, kapı bile açılmadan devam edilmiş.

Durup durup aklıma geliyor. Gece boyunca rüyasını gördüm.

İçim acıyor... Masraf çok olacağından değil, giden torbada önemli bir şey olduğundan değil... Gündüz, o kadar merkezi bir yerde, devlet kurumunun göbeğinde, Karayolları Genel Müdürlüğünün nizamiyesinin önünde, aynı gün bir arkadaşımın arabasının polislerce çekildiği sokakta... Nasıl olur? Nasıl yapılır?

Cuma, Nisan 28, 2006

Aşk Tesadüfleri Sever

Murathan Mungan'ı lise yıllarımda okumaya başladım. Sahnede dinledim ilk kez Yalnız bir operayı. O zaman aşık olduğum adam, sahnede okudu şiiri, bana değildi belki ama bir ben vardım seyirci koltuğunda. Üzerime alındım.

Ondan sonra yalnız bir operanın dizeleri çok takıldı dilime. Her aşk bitişinde "benim sana erken, senin bana geç kaldığını..." dedim. Ben hep erkendim birilerine çünkü... Psikologum sordu en son, neden ayrıldınız diye, ona da Murathan Mungandan (Yalnız bir opera'dan) çalınmış bir sözle cevap verdim: "ben onda bütün geçmişimi temize çektim, anladığında ise yapacak tek şey kalmıştı ona, bütün kazananlar gibi terk etti".

Tiyatrocu olmaya niyet ettiğim zaman pek kararlıydım Yezida olmaya. (Mahmud ile Yezida - Mezapotamya Üçlemesi) Aşk dersi veren Benli Meryemi izledim televizyonda (Dağınık Yatak), meğer o yazmış. Dağınık yatak dinledim defalarca, çember dinledim... Bir bağlılığım var Murathan Mungana. Sonra herkeslerin yazarı/şairi oldu. Ben bi ihanet sezdim ortamda... Küstüm...

Küsmüş olmam inanılmaz bir iştah ile bu albümü beklememi engellemedi. bekledim, edindim dinledim...

Dinliyorum...

aşk tesadüfleri sever
kader ayrılıkları
yıllar geçmeyi sever
insan aramayı

hayat tekrarları sever
yeniden başlamayı
kuşlar dalları sever
kanatlarsa uçmayı

sancı

Dün yine apandisit krizi geçirdim. Kriz dediğim de "hah şimdi gidiverecem, kesin patladı, oy anam oy bu nasıl sancı" krizi. Sanırım bu 1508. eyvah patladı paniğim. Kaçıncıda karın ağrısı olduğunu anlayacağım ben de merak ediyorum.

Panik olup da ne yapıyorum, hiiiç, sağlık ansiklopedisi falan okuyorum o kadar. Bi de, Allah yokluğunu göstermesin, internet var elimizin aldında çok şükür, google>apandisit>search. Sayelerinde endişelerimle mücadele edip hastane yollarından tasarruf ediyorum.

İlk acile gidişimde lise sondayım üniversite sınavına 2 ya da 3 gün var. Amanın bir sancı. Kasık çekmesinin ne demek olduğunu anlıyorum. O zaman da en fanatik beşiktaşlı dönemlerim. Bu futbolcular durup durup kasığındaki çekme yüzünden iğne ile maça çıkıyorlar. Tamam diyorum menisküs falan oldum ben. E o da futbolcu hastalığı.

Sonra yanımdaki dürtüyor beni, "saçmalama kızım apandisit falandır o, ihmale gelmez". Sınıfın parlak öğrencisi değilim, bu cocuk beni zorla ameliyata aldırıp rakip elemeyi düşünmüyordur. Gerçi var yüzünde bi hain gülümseme ama... Yine de sancıma yenik düşüyor, hastane yollarına düşüyorum.

Detay anlatmak istemiyorum, hatırladığım en kötü hastane anılarımdandır. Özetle, "ultrasona tuvalet ihtiyacınız dayanılmaz hale geldiğinde alacağız" dediler, ama bunu ultrasoncuya söylemeyi unuttular! Tuvalet ihtiyacı dayanılmaz hale geldikten sonra doktorun evden gelmesini beklemek nasıl bir işkencedir bilir misiniz?

Çıkmadı tabi bişey, idrar kesem patlamış olabilir ama apandisit yerine. Lan yoksa bu onun sancısı mı?

Perşembe, Nisan 27, 2006

imdaaaaat

öyle bi bağırasım geldi.

İMDAAAAATTTTTT

Çarşamba, Nisan 26, 2006

MFÖ - AGU

Fuatın söylediklerine özel önem vererek dinlemek lazım 1-2 tur. Özellikle bi Silmez Gibisin var. İnsanın "ah ulan ah, aldatılmış olsaydım da bi güzel ağlasaydım şu şarkıda" diyesi geliyor.

Salı, Nisan 25, 2006

atasözleri ve deyimler sözlüğü

  • Öfke gelir gözün kararır, öfke gider yüzün kızarır.
  • El elin eşeğini türkü çığırarak ararmış.
  • Ölüsü olan bir gün, delisi olan hergün ağlar.
  • Köpeğe gem vurma kendini at sanır.
  • Deveyi yardan ucuran bir tutam ottur.
  • Kuzguna yavrusu şahin görünür.
  • Kurtlu baklanın kör alıcısı olur.
  • Ateş düştüğü yeri yakar.
  • Çabuk parlayan çabuk söner.
  • Biçmesini bilmeyenin orağı kördür.
  • Atı kaybolanın kulağından at sesi gitmez.

Pazartesi, Nisan 24, 2006

Teyze

küçücük, bir fasulye tanesi kadar birşey var ablamın içinde... daha uzun uzun aylar var dünyaya gelmesine... Olsun, yine de teyze oldum ben şimdiden.

Pazar, Nisan 23, 2006

unutulur

"unutulmaz deme bana;
unutulur unutulur...
kapanır en derin yara;
acısı da unutulur...

bir rüyadır gelir geçer,
her aşk bir gün hayal olur,
unutulmaz denen günler,
unutulur unutulur...

bu hayat böyledir dostum;
yaşanan her gün mazi olur,
en değerli hatıralar bir gün gelir unutulur...

en acı dermandır yıllar,
sen dursan da dünya döner,
kalbini dağlayan yangın,
yavaş yavaş küle döner...

bir rüyadır gelir geçer;
her aşk bir gün hayal olur,
unutulmaz denen günler,
unutulur unutulur...

ne kadar sevmiştim seni;
ölürdüm öl dediğin yerde...
gözlerimden kanar gibi;
akıp duran yaşlar nerde...

Perşembe, Nisan 20, 2006

Nazar

Kuzu duruyor masamda, zorla aldırmıştım sevdiceğe. Epey oluyor. O da eskidi yani. Bir kaç tane de nazar boncuğu takmıştım kenarına. Nazara inandığımdan değil, atmaya kıyamadığımdan boncukları.
Kuzucum bekledi aylarca, gözleri hep kapalı… Görmedi hiç birşey, hep öyle bekledi… Benim gibi.
Bugün gözüm takıldı kuzucuğa, gözleri yine kapalı... Çıkardım aldım boncuklarından birini, taktım kendime. Nazar değmesin yine de bu halimize...

Çarşamba, Nisan 19, 2006

Doktor - Hasta Diyalogu

Bir süredir buram buram depresyon koktuğumu zaten takip edenler biliyor. O yüzden nedenine nasılına girmeden son 1 haftadır bununla ilgili tedavi sürecine girdiğimi de söyleyebilirim. Bu arada tabi bir de psikiyatrist ile görüştüm.

Anlaşmalı olduğumuz kuruluşlar içinde rastgele bulunmuş bir psikiyatrist kendisi. Fazla bir beklenti yok yani. Ama bu kadarını beklemiyordum.

Girdik içeriye, biraz gerginlik var hali ile bende.

- Nedir problem?
- Hede, hödö, şudur, budur...
- Allah allah hiç de öyle gözükmüyorsun. Evli misin?
- Yok bekarım.
- Ondandır!
- Nasıl yani?
- Bahar geldi ya, ondandır diyorum.

Sonra amca tamam tamam depresyon olmuşsun sen dedi. İlaç ismi söyledi.

- Reçeteye gerek yok git iste eczaneden.
- Tamam. Peki nasıl alacam. Sabah? akşam?
- Sabah al.
- Tok karna/ aç karna?
- Tok.
- Tam doz mu alayım başta, daha önce yarım ile başlatmışlardı?
- Aa söylemedim di mi, evet yarım doz al.
- E ne zaman tam doza geçeyim?
- Sen bilirsin, bi kaç gün sonra geçersin.

Tam kapıdan çıkarken...
- Aaa sormayı unuttum, kaç miligram? (Allahım bunu neden ben soruyorum ya!)

Cuma, Nisan 14, 2006

Depresyon İlacı Olarak Bükreş


İnanılmaz bir fiziksel çöküntü yaşıyorum. Hayır hayır, buranın kızlarını görünce yaşanan bunalım değil bu. Ne buradaki eğlenceden ne de çalışmaktan vazgeçtiğim için uykudan vazgeçmek zorunda kaldım burda. Ama depresyon ilacı olarak Bükreş tavsiye edenlere selam ediyorum burdan, it works...

Salı, Nisan 11, 2006

Romanya Yolcusu Kalmasın

Bu gece*Bükreşe gidiyorum. 3 gün gidip gezeyim tozayım demedim tabi, şirket "git de bir sunum yap" dedi. O vakit nasıl bir ruh hali içindeydim bilmiyorum ama atladım bu teklifin üzerine.

Oysa şimdi bir yanım hiç istemiyor gitmek.* Diğer yanım da "git kızım yapıverirsin bi sunum nolcek, gezer dolaşırsın hem" gibi laflarla diğer yanımı gaza getirmeye çalışıyor. *

Takip ettiğim kadarı ile Romanyadan hiç ziyaretçim yok. Oysa memleket sayılır bizim, ordan göçmeniz, güzelliğimi ordan almışım ben.* Şimdi güzelliğim deyince komik geldi, dalga geçtiğim anlaşıldı değil mi? *

İstesem de istemesem de bu gece gidiyorum. Hoşçakalınız...

Bi de alt metinleri okumak gerek dinlerken değil mi? Okudunuz di mi?

Pazar, Nisan 09, 2006

sevdalık hakkı

"- Hoş gelmişsen aney. Elin öpmek isterem. Lakin ölümün başını beklerem. Ölümün, yiğidimin, erimin başını. Çıkamam dairemden dışarı. Ve de ölümden dışarı.

(...)

- Çıkasın o dairenin dışına Yezida. Yeter bu zulüm gayrı! Analık hakkımı koyuyem ortalık yere, analık hakkımı koyuyem! Bu dileğim analık hakkımdır.

- Ben analık hakkını ödemişem aney, sözünden çıkmamışım şimdiye. Bu benim sevdalık hakkımdır.

- nasıl bir sevdalık hakkıdır ki, ölümle ödenir Yezida?"


Mahmud ile Yezida - Murathan Mungan

yok olmak

çalışamıyorum...
huzurlu uyuyamıyorum...
kitap okuyamıyorum...
uyanamıyorum...
düşünmeden duramıyorum...
düşünemiyorum...

Bütün gün uyumak, olmadı dışarı çıkmak, olmadı nefes almak istiyorum.
Sürekli nefesimi tutmuşum hissi ile bilgisayar karşısında oturup "çalışamıyorum çalışamıyorum" diye sürekli söylenmek istemiyorum.

Kaçmak istiyorum. Her şeyi bırakıp bir anda yok olmak. Hiç olmamış olmak...

Cuma, Nisan 07, 2006

Sanal kimliklerimi kaybettim

Farklı farklı sanal platformlarda yazıyorum. Itiraf.com, sozluk, blog, forum, mail grup, depresyon durumuma bağlı olarak çöpçatan siteleri...

Oysa kimliğimi saklamadım hiç...

Kimliğimi açtım, ruhumu sakladım. Oysa ruhumu açarken kimliğim saklı olsaydı diye düşünüyorum şimdi. Bilinmese kim olduğum. Saklasam kendimi bir sanal kimlik ardına. Bilinmesem, bilinmese...

Denedim de... Beceremedim.

İlk yazıda şöyle yazmıştım:

Ruhumu ortalara dökerken kimliğimin gizli kalmasını istedim. Başlayalım bakalım.

Aslında o kadar zor ki, hem yaşadıklarını anlatacaksın hem de kimliğini saklamaya çalışacaksın. Elbet birileri biliyor yaşadıklarını, kimliğin ortada sonuçta. Sadece teşhir edilmemiş. Ne farkı var gazete 3. sayfalarında G.G. şeklinde verilmiş isimlerden, ya da bilgisayar marifeti ile rötuşlanmış yüzlerden. Yok aslında, seni bilenler zaten biliyor, o kısaltmadan değil, yaşadıklarından anlıyorlar senin sen olduğunu, seni bilmeyenlerin de umrunda değilsin. Onlara ne senin adından.

Yine de saklanmak istedim kendimi yüzümü ismimi.Tanıdık birilerine denk gelirsem inkar şansım olsun diye.

Bugün başka bir blogta yazmaya başlayacaktım. Kimsenin bilmeyeceği, dolayısı ile okumayacağı. Ve kapatacaktım burayı.

Vazgeçtim.

Bahar

Perşembe, Nisan 06, 2006

Doğsun güneş

Saat 4.00. Telefonun zili çalıyor...
Uyanmam lazım, biraz daha uyusam... Tamam hadi bir on dakka daha, aman şunu da susturayım... Dur ya, hazır elime almışken bi maillerime bakayım... Himm, yok önemli bi şey, bir de şunun blogunu kontrol edeyim, bişey yazmış mı? Oh yedik bile 2 dakkayı. hadi uyuyayım.

Saat 4.10. Telefonun zili çalıyor...
off yaaa. İstemiyorum kalkmak. Ne işler vardı yapılacak, tamam ya raporun şu kısımlarını yazsam şimdi. Şöyle başlarım....

Saat 4.20. Telefonun zili çalıyor...
ulan bi saattir rapor yazıyordum, rüya mıydı onlar? e 4.20'de kalkmak teamüllere aykırı. 4.30 daha uygun bir saat...

Saat 4.30. Telefonun zili çalıyor.
Aman be yaw, ne kasıyorum, 5'de kalkacam ben. 5'den 8'e kadar çalışır, 9'da işte olurum. 3 saat yeter mi? Hımm lens de takacam ama bugün 2. gün, daha rahat takarım belki. Evet dün 45 dakka da taktın salak, bugün yarım saat sürer... neyse bi yarım saat daha uyuyayım da, sonra 2,5 saat aralıksız çalışırım.

Saat 5.00. Telefonun zili çalıyor.
Evet, kalkıyorum şimdi. Önce bilgisayarı açayım, bir de kahve koyayım. Azıcık açılır sonra işe başlarım.

Saat 6.00. Kafamın zilleri çalıyor.
Lan saat 6 olmuş, daha bi iş yaptığım yok. Off ya, kapat şimdi sözlüğü, o blog penceresini de... Şimdiii, 2 saat çalışsam, 8'de hazırlansam. Ama yok lens takacam bugün... 7.30'da bıraksam yetişirim işe. Ona da 1,5 saat kalmış. O kadar çalışsam nolur, çalışmasam nolur. Nasılsa bitmez. Hadi uyuyayım biraz daha...

Pazar, Nisan 02, 2006

any other way?

I'm a bitch, I'm a lover
I'm a child, I'm a mother
I'm a sinner, I'm a saint
I do not feel ashamed
I'm your hell, I'm your dream
I'm nothing in between
you know you wouldn't want it any other way

dinle?


eXTReMe Tracker