Kuş üzümü
Yaktın beni kuş üzümü :)
İyi oldu be Cuma akşamı happy hour aktivitesi. Ohhh sohbet muhabbet, bir de bira...Şu çocuk kim, yakışıklıymış, yeni mi başlamış. Baktı mı ne bana, yok lan ne bakacak. Bakar tabi niye bakmasın, kompleksler yine aldı başını gitti di mi? Off ulan, bırakıp gittin beni. Senin yüzünden bunlar. Gelirdik çimlere yayılırdık eskiden, büyüdük mü de masada oturuyoruz artık. Olur mu olm, çimler ıslak ondan. Nedir bu burukluk içimdeki peki, niye elim telefonda. Aramayacak biliyorsun işte, neyin inadı bu. Dur ben belaltı bi espri yapayım anlamasın yanımdaki çakallar ne düşündüğümü. Lan nereye gitti bizim yeni yakışıklı. Öyle bel bel dalarsan gider tabi. Diğerleri gibi...
Unuttuğum var mı bilmiyorum ama bunların içinde en zoru başvuru formunu doldurmak oldu. Çünkü şapka bedenime kadar her türlü bedenimi sordular ve ben her zaman yaptığım gibi yalan söyledim. Kesin İzmirde, verdikleri şort bacaklarımdan daha yukarı çıkmamak için inat ederken ben akrobasi yapıyor olacağım. Şimdiden ter basıyor. (Ay sanki formu değerlendiren kişi, müstakbel kayınvaliden. Ne yalan yanlış bilgiler veriyorsun. De adam gibi ben filim diye, ne bu sıkıntı)
Bir de tatile gideceğimi sanan bir kesim var. Onlara "Ah ahhh" diyorum, buruk bir gülümseme ile bakıyorum o kadar. Neden? Çünkü bir önceki tecrübemde Mayıs ayında Antalyada beş yıldızlı bir otelde odam dururken, ben bir gece 12-02 arasında sahadaki prefabrik odada, iki plastik beyaz sandalyeyi birleştirip yatak, odadaki kornişten çıkardığım perdeden de pike yapıp uyudum. (Evet iki plastik sandalye fil taşıyabiliyor, ve evet belki azıcık bel vermiş olabilir sandalyeler.)
Yani biraz endişeli gideceğim İzmire. Tek tesellim sembolünün bile Yalıçapkını kuşu olması :) (İzmir kızları, geçmeyin önüme)
- Ne zaman çarşıya çıkar?
- Ne zaman dağıtım olur? Dağıtım neye göre?
- Arayabilir mi ordan?
- Kaç kişi kalıyorlardır?
sıkıldım be,
düşün düşün bitmiyor bu hesaplaşmalar
beni ya meyhaneler paklar
yada yeni asklar *
Bir uğraş bul kendine.
Önce direndim, malum yeni uğraş YeniyusCesaretisYokusFobia'ma pek uymuyor. Sonra tamam dedim. İspanyolca öğreneyim web üzerinden. Hem birşey öğrenirken onu düşünmem, hem de yalnız olacağım için fobik bir durum oluşmaz. Hemen register oldum derse. Nasıl hevesliyim.
Amaç çok açık: "Taner"in aklımıza az gelmesini sağlamak.İlk haftanın konusu "to have". Bu fiilin İspanyolcadaki karşılığı: "Tener"
Edit: Psikolog arkadaşlarım, valla çok minnettarım hepinize, blog komik olsun diye kasıyorum, o yüzden dalga geçiyorum, yoksa siz ve tavsiyeleriniz her eve lazım.
Örneklerle açıklayayım;
Arkadaşlarla bowling oynamaya gidersin. Karşıda 10 tane pin, elinde bir top. Ne düşünürsün bu durumda, yuvarla topu, bakalım kaç tane deviriyorsun. Klasik bir YeniyusCesaretusYokusFobia vakasının (benim) aklından geçenler ise;
Çok ciddi problem di mi, ya sarsılırsa sürekli çizmeye çalıştığım güçlü becerikli kadın imajı. Ulan oyun bu oyuuuun. Ama nato kafa nato mermer.
Ben ilk okulda da böyleydim ama. Yağ satarım bal satarım oynanırken millet oyunun tekerlemesini söylerken, ben içimden babaannemin öğrettiği duayı ederdim, aman ebe beni seçmesin diye. İlkokul arkadaşlarının gözü önünde ebeyi yakalayamamak çok büyük bir sarsıntıdır çünkü. Hayır nerden biliyorsun yakalayamayacağını, belki ebenin “ilkokul aşkısın” sana bilerek yakalanacak, ya da belki sen o civarın Süreyya Ayhan’ısın. Koştun mu daha önce? Yok.
Bu yazının anafikri, beceriksiz, kendine güvensizim ama kendimle dalga geçebiliyorum. Güvensizliklerimle barışığım! Bir diğer anafikir ise;
- Aşkıaam, sence benim nerem en güzeeeel?
-Omuzların!
E ben bana güzel bir yerimi bulup da söyleyemeyen adama o gece full kapris yapmazmıyım? Yaptım ama akıllanmadım, bir asır daha kendisi ile çıkmaya devam ettim.
Bugünkü dersimizden çıkarılacak sonuçlar;
- Hatun milleti, erinize şımarmayın, yemiyorlar.
- Hatun milleti, ruhunuzu okşamıyorsa okşatmaya çalışmayın, yoksa ayı milleti gibi acıtırak okşuyorlar.
- Erkek milleti; gönül kimi severse güzel odur. Öyle mal mal bakıp güzel yerini bulamıyorsanız fazla kasmayın, tez vakitte ayrılın.
Ay İlhan Uçkan oldum, şerefsizim :)
- Sabah erken gidelim, sabah kahvemizi havuz başında içeriz.
- Tavla oynarız ama bu sefer veririm eline
- Güneş kremini getirmeyi unutma.
- Ay pareo yok benim, alalım mı bugün?
Sonra Pazar sabahı oluyor. Başlayor bir stres. Yahu al bir fil, üzerine mayo giydir, sal ortama. Olur mu hiç? “Amaaan bana ne, tanıyan eden yok nasılsa” diye düşüncelere “Aman orda tanışıveririz ayol, yabancı mı var” diyebilen sürekli işin gırgırında ve benden 10 beden zayıf bir arkadaş.
Mayonun üzerine tesettür kıyafeti giyebilecek potansiyelim var aslında (ki Didimde bunu yapıyorum genelde; iskelede çıkarıyorum şortu, t-shirti. O sırada kaç bikinili kız solluyorum, haddi hesabı yok) ama havuzda nedense rahatım. Çekiyorum mayomu havuz başına gidiyoruz.
Dünyanın en klas erkeği ile en gereksiz erkeğini ilk bakışta ayıramayacağınız iki kıyafet vardır, takım elbise ve deniz kıyafeti. İkisi de kişiselleştirmeden son derece uzak giyim tarzları olduğu için aldanma ihtimali pek kuvvetlidir.
O yüzden havuzun kenarına dizilmiş 10 erkeği görünce sevinsek mi üzülsek mi karar veremiyoruz. Dırdır potansiyeli yüksek cadı kızlar olduğumuz için “cık cık hani buraya damsız almıyorlardı” diye söylenirken sağı sola alıcı gözü ile bakmayı ihmal etmiyoruz. Sonundakarar veriyoruz: hafif alamancı, bol acılı, sapına kadar erkek bir grup var ve bu grup havuzun kenarlarından birini kapatmış. İki ihtimal var, ya aralarına oturacaksın, ya karşılarına.
Amele bir erkek gördüğünde kesilmekten son derece rahatsız olan ama piyasa bir mekanda göz süzmeyi ihmal etmeyen her onurlu Türk kızı gibi karşılarına oturmayı tercih ediyoruz. Ve yalnız gelen 10 kız daha bizim gibi düşünüyor. Sonuçta oluyor muyuz, dansa davet oynar gibi karşılıklı dizilmiş kızlar ve erkekler grubu.
Müzik desen bangır bangır ama DJ bi enterasan, Pamela üzerine Cake, onun üzerine Ahmet Kaya çalabiliyor. Öğleden sonra canlı müzik varmış diyorlar. Oh ne güzel. Türkçe pop falan çalarlar, ama olsun. Havuzdayken canlı müzik ekibi geliyor. Ellerinde sazlarla. Sibelle bakıyoruz birbirimize…
Ve saz heyetini gördüğümüz an karar veriyoruz, alıştığımız yerde, alıştığımız kokoşlukla, alıştığımız bakışmalar/bakışmamalar ile günü bitirmeye, Bilkent Starbucks’da Caramel Frappucino eşliğinde.
“Madem ki bir aşkın var…
Tadını çıkar… Aşkta geleceği düşünürsen , aşkı bombok edersin” demişti Aziz Nesin... Doğru, zaten üstad ne zaman yanılmıştı ki?
Daha fazla tutmalıymışım elini meğer... Kaprise... Öfkeye... "Ben de sana şöyle tavır alayım da gör gününü" rövanşlarına...(...)
Hatırlasana asla yapmam dediklerini hep O'nunla yaptın.. Hem de o an "ne işim var benim burada" diyordun içten içe... Pazara gittin, tezgah tezgah dolaştınız... Hiç aklına kanepe için örtü bakacağın gelir miydi? Gelmezdi...
Orda adi bir kolye almıştın kendine... Pazarcı kişi oldu dediydi de, o çıkışmıştı: Neresi oldu, boğulacak yaaa???
Hem o kolye "pas tuttu" nerdeyse, neden inatla çıkarmıyorsun?
Haaa, anladım... Hatırası var...Peki..Büyükçe bir markete ev alışverişine gitmişliğiniz bile mevcut... Neredeyse uyuyacaktın orda di mi? "Bitse de gitsek... Bitse de gitsek" diye az geçirmedin içinden? Oysa şu an bal gibi o an aldıklarınızı tek tek hatırlıyorsun... Hadi bunları bari yazdırma bana... Ama bir şey diyeyim mi? Senin için aldığınız jöle, hala bitmedi, bundan emin ol... Aptalca ama, o jöleyi bile düşünmek bile üzüyor seni di mi? Hatta şu an dokunsam ağlayacaksın?
Pijamana ne oldu, bak onu bilmiyorum ama... Sana ait diş fırçası artık yerinde değil. Belki bir başka "mavi saplı" fırça gelmiştir, kim bilir?
(...)
Üzüldüm bak şimdi... Güzel de yemek yapardı... Yedin mi öyle pilav? Yedin mi öyle tavuk daha önce? Yemedin... Pilavın sırrını da söylemişti sana. Hani bolenez soslu makarna yapacaktın o'na? Keşke yapabilsen di mi?
haaa bak az daha unutuyordum... O gün pazara gittiğinizde... Hava çok sıcaktı da üstündeki lacivert hırkayı çıkarmıştı... Ve o hırkayı arabada unutmuştu... Bir süre arka koltukta durdu o hırka... Sonra alıp bagaja koydun... Tamam "O" kokuyor ama ganimetçilik de bir yere kadar, vermelisin o hırkayı. Bir de anlamadığım şu: Arabanın bagajında öcü yok ki, ürkme ürkme aç rahatça... En azından ben hırkadan bozma öcü görmedim hiç, sen rahat ol!!!
İşte aşkın tadı böyle çıkarılmalıydı...
Geleceği düşünmeden... Plansız... Yarınsız...
Sadece yapabileceğini o an için fazlası ile yaparak...
Hangi aşk iteklenebilirdi ki yıllar sonrasına...
Aziz Nesin tam da bunu diyordu...
Neye yarar ki şimdi bunları söylemek...
Hayal meyal hatırlanan O ve sen...(...)
Bizi üzen, zor durumda bırakan, kızdıran, saygısız bir otelin, Amasra Işıkaltın Otelin hikayesidir bu. Amanın sakın ha gitmeyin, sizi de üzerler belki diye yazılmış. Maduriyetin tam anlaşılması için detaylıca yazılmış. Ama ana fikir basit, tavsiye etmiyoruz, aman diyoruz...
Hikayemiz ise şudur:
Eski sevgilinin askerden döneceği zamanlar… Askerliğinin bitmesine daha 1 ay var ama, ben o dönünce yapacağımız tatil en güzeli olsun istiyorum, elimde harita, önümde internet, planlıyorum tatili. Güzel bir batı Karadeniz turu…
Amasra’da da kalacağız 2 gece. Internetten bakıyorum en güzeli, en iyisi Amasra Işıkaltın Otel. Arıyorum hemen rezervasyon için, telefona çıkan kişi “Mayıs defteri henüz açılmadı, rezervasyon yapamıyorum ama not alabilirim” diyor. O kadar erken aramışım yani. Tamam diyorum, siz not alın. Bir yerden de sağlam tüyo almışım, detaylı tarif veriyorum “ en üst kat, arka cephe, en soldaki 4. ve 3. odayı ayırır mısınız?” . Not alıyorlar…
Ben 2-3 günde bir Işıkaltın Oteli arıyorum, “Açıldı mı Mayıs defteri, tamam mı bizim rezervasyon?” Siz merak etmeyin diyorlar. Ve nihayet açılıyor Mayıs ayının rezervasyon defteri. Ben yineliyorum özellikle hangi odaları istediğimi. Tamam diyorlar, ben teklif ediyorum bu sefer, her şey garanti olsun diye, “Aman diyeyim ortada bırakmayın beni, isterseniz kaparo yollayayım” Hiç, ikiletmiyorlar, kaparo da değil üstelik, bir gecelik ücreti peşin alıyorlar.
Karadenize gitmemize 2-3 gün kalmış, ben tekrar arıyorum oteli. “Parayı aldınız, odamız tamam, sorun yok değil mi?” Bayan “her şey tamam” diyor. Artık aşmışız odaların durumunu, yatakları bile teyit ettiriyor bayan. “Yalnız istediğiniz odada yataklar iki tane tek” Ben diyorum “ne önemi var, yeter ki o istediğim odalar olsun.”
Upuzun bir yolculuktan sonra varıyoruz Amasraya. Otele giriyoruz. Telefonda benim konuştuğum bayan, resepsiyonda. Anahtarları uzatıyor bize, 103-104 nolu odalar. Yanımızdaki arkadaş hemen uyanıyor, “Biz en üst kat istemiştik, sorun ne?” Bayan son derece emin kendinden “Ben başka oda verdim size”. Hadi ya, neden? “Grup geldi, oraya verdim onları.”
Bunların hiç biri olmadı, Amasra Işıkaltın Otelde. 19 Mayıs tatiliydi, müşteri bulacaklarını biliyorlardı, Amasradaki tüm oteller doluydu. Bu da müşteriye, ya da söz verdiği birine saygısızlık yapmayı haklı gösteriyordu onların gözünde. Biz de, son derece misafirperver davranan ama oda standartları olarak planladığımızın çok altında bir yerde kalmak zorunda kaldık.
Canım Seninle Olmak İstiyor - Zuhal Olcay
Nasıl oldu anlayamadım
Tanıştık
Birdenbire
Nedenini sorma boşyere
Seni kucaklamak geldi
içimden
Kendimi tutamadım işte geldim yanına
Anladım sendin aradığım
hayatım boyunca
Kim koşup açmaz hemen aşk kapıyı çalınca
Yalnız yaşamak
zor beklemek ondan da zor
Çektiklerim artık yeter gel benimle ol
Mantık
irade kuvvet
Sevince pek işlemiyor
Canım seninle olmak istiyor
İnanmazdım sevgiye
Gülerdim ben herkese
Derdim; insan kısmetini
kendi bulur isterse
Oysa sözler ne kadar boş insan sevince
Kalbim sanki
deli gibi seni görünce
Mantık irade kuvvet
Sevince pek işlemiyor
Canım seninle olmak istiyor