<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d9035958\x26blogName\x3dGece\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dSILVER\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://sebnem.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://sebnem.blogspot.com/\x26vt\x3d49898149766296179', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe", messageHandlersFilter: gapi.iframes.CROSS_ORIGIN_IFRAMES_FILTER, messageHandlers: { 'blogger-ping': function() {} } }); } }); </script> Gece Logo Ana Sayfa Profil

Pazartesi, Ekim 31, 2005

Araba Sevdası

oğlanŞu yandaki asil, şık, yakışıklı, siyah şey benim oğlumun burnu. Kendisini bundan tam 18 ay önce hem bişey bankası kredisi hem de baba desteği ile aldım.

O tarihten bu yana da her ayın son günü dışında arabama büyük bir aşk besliyorum. Ayın son günleri ise kredi ödeme günü! Hesap zaten eksilerdeyken bir de maaşımın yarısı kadar parayı Internet Şubesi marifeti ile 2 tık ile bir anda hesaptan çıkarıverince aşk falan kalmıyor haliyle. (Evet ben krediyi ayın 30'unda alırsam ödemelerimi de ay sonunda yapacağımı hesaplayamayan bir işletmeciyim.)

Söz konusu banka ödeme yaptıktan sonra bir ekranda kredi ile ilgili özet çıkarıyor sözüm ona. Şık bir tablonun içinde, YTL, faiz, vade gibi kavramlar kullanarak verdikleri mesaj bu:
"Daha 18 ay bu parayı ödeyeceksin, ki bu toplamda senin 9 maaşın kadar para yapıyor. Hesap bakiyen ise her zamanki gibi sıfır. Ek hesaptan yemişsin yine. Oraya 1 maaş borcun var. Yarın al maaşını, hemen buraya yatır"

Her ayın son günü kendimi bir kısırdöngü içinde dönüp duruken başı dönmüş buluyorum. Aşk? Parasız olmuyormuş cidden. En azından araba sevdası olmuyormuş.

Yarın yine sevmeye başlarım oğlumu, bugün küsüm kendisine.

Cuma, Ekim 28, 2005

Kanto

Ezginin Günlüğü yapmış bir şarkı, efendi efendi söylemiş yeni albümünde. Otur dinle di mi? Ne diline takıyorsun? Sen 26 yaşında, evde kalmakla "çıtır ++ kategorisi" arasında gidip gelen bir insansın, senin neyine gerek bu şarkıyı diline dolamak.

Hayır, çok istiyorsan evde söyle, ne bileyim samimi bi arkadaşının yanında söyle, inadına yapar gibi işyerinde söylemek de ne?

Hadi hepsini geçtim, işyerinin mutfağında çaycı çocuğun yanında işveli cilveli şarkı mırıldandığın yetmiyor, bir de bu şarkıyı mırıldanıyorsun. Ayıp vallahi ayıp.

Ateşe baca lazım,
Kitaba hoca lazım,
Bana bir koca lazım,
O da bu gece lazım

Perşembe, Ekim 20, 2005

Umut

umut

Çarşamba, Ekim 19, 2005

Oyun

Dün gece mutlu ve güçlü kadını oynadım. Bir ara düştü performansım, kulise çıktım ağladım ağladım, sabaha kadar toparlandım. Sabah başladım yine oynamaya. Sanırım ben sadece sahnede oynamayı özledim.

Kolej'deyim. Orta 2'de, tiyatro kolunun sahnelediği oyunu izliyorum, içim yanıyor. Ben de sahnede olmalıyım! Sahneye çıkıyorum gerçi ama halk oyunu oynamak için. 15 kızın arasında başımda yemeni ayağımda şalvar kaybolmak hoşuma gitmiyor. Tüm ilgi ben de olmalı, alkışlar benim olmalı. Tüm okula sergileniyor oyun dönem sonunda. Ve ben oyunculara gösterilen ilgiyi, onların popüleritesini kıskandığım için bir sonraki sene oyuncu seçmelerine gidiyorum.

Başrol benim!

Kurtulamadım ama başımda yemeni de olacak, Bakkal Abla'yım ben. Ferhan Şensoyun Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı oyununu oynayacağız. Son güne kadar replik ezberlemeye çalışıyorum. Ferhan abim de sağolsun bol tutmuş küfürü, text ayrı, sansür ayrı karışıveriyor metinler. Galada çiçekler geliyor bir dolu. Egom tavanda.

Liseye geçiyorum ertesi yıl. "Sen hani Bakkal Ablayı oynayan kız mısın?" diye soruyorlar. Siz bilir misiniz Kolejde populer olmak ne zordur? Popüler olmuyorum ama kilolarım yüzünden öğle tatilinde saklanmak zorunda hissetmiyorum artık kendimi. Birşeyler başarmak gerekiyormuş güçlü olmak için.

Sahne tozu yuttum ya, hemen bir başka oyunun seçmelerine başvuruyorum. Bu sefer Halide Edip Adıvar'ım. Bu sefer yemeni yok, ama döneme uygun bağlanmış şık bir eşarp var başımda. Oyun aralarında ya da kostümlü provalarda kantine hep kostümümle iniyorum. "Bakın o benim" diyorum.

İçime işliyor sahne, hiç inmek istemiyorum. DT'nin tüm oyunlarını izliyorum. Oyunculuk kitapları alıyorum. Amatör tiyatrolara başlamak için babamdan izin koparmaya çalışıyorum. Vermiyorlar, ağlıyorum.

Ertesi yıl, Troyalı Kadınlar'da Cassandrayım. Güneşin kızı, deli Kasandra. Alev alev yanan bir meşalem var, sahneye onunla fırlıyorum. 15 dakika süren deli bir monoloğum var, çığlıklar, ağlamalar, kahkahalar eşliğinde. En iyi performansım o sanıyorum.

Annemler oyuncu olacağıma pek ihtimal vermiyorlar ama yine de gaza gelmeyeyim diye de arada “olmaz öyle şey” diyorlar.

Bu oyunlar arasında ben bir ara bambaşka birşey yüzünden beyin sarsıntısı geçiriyorum. Geçici hafıza kaybı. 2 gün öncesinden başlayarak hiçbir şeyi hatırlamıyorum, son 2 gün kayıp. Bir şey söylüyorum, anında unutup, 2 dakka sonra aynı şeyi söylüyorum. Hastanede karşımda doktorun Hacettepe Üniversitesi Diploması var. Ben orda 2 gün boyunca, “anne bak ben bu okulun konservatuarından mezun olacam” diyorum. Bunun üzerini ailemi alıyor mu bir panik!

Babam içkili bir gecede çekiyor beni karşısına. Bir dolu şey anlatıyor bana, meğer babamın eski sevgilisinin adı Şebnem’miş ve bu abla oyuncuymuş. Adam suçluyor kendini, “adını koydum onun gibi olacaksın” diye.

Sonra bir oyun izliyorum devlet tiyatrolarında, vazgeçiyorum oyuncu olmaktan. Neden basit, ilerde oğlum olduğunda onun uyuma saatinde oyunda olmak zorundayım, nefes alıp verişini izleyemem. Yaş 15, ben vazgeçiyorum hayallerden, oğlum için...

Baba, oyuncu olmadım korkma. Ama hala oynuyorum, dinlemedim seni. Üstelik bir oğlum bile yok daha.

Cuma, Ekim 14, 2005

Seni düşünmek

Resmi ya ben ya Taner çekmişti, hatırlamıyorum. 20 Mayıs 2005, Batı Karadeniz sahilinden bir yer
seni düşünmek güzel şey
seni düşünmek ümitli şey
dünyanın en güzel sesinden
en güzel şarkıyı dinlemek gibi bir şey

seni düşünmek güzel şey
seni düşünmek ümitli şey
fakat artık ümit yetmiyor bana
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum

Çarşamba, Ekim 12, 2005

Büklüm büklüm

Hani çok seversin birini, hani için büklüm büklüm olur yanında...

Büklüm büklümüm bugün..

Biliyorum okuyacaksın burayı, duymamazlıktan gel bu sefer, ben de seni sevmemezlikten geleyim artık.

Salı, Ekim 11, 2005

Hüzün

Bundan 3 sene önce... Haftada 2 gün İstanbulda, 3 gün Ankara'da çalışıyorum. Tren ve otobüsle ulaşım sağlıyorum bu iki şehir arasında. Yol hüzünlü bir şey ya, hüzün yapışmış kalmış üstüme.

O zaman ki erkek arkadaşım da askerde... Ben sürekli yol gidiyorum, ama yollar hiç ona gitmiyor diye ağlıyorum. Gündüzleri Maslak plazalarında iş kadıncılık ynuyorum, gece yol tutuyor beni, ağlıyorum ağlıyorum...

Boss Söğütözü terminali... Sabah 5.15 otobüsünü bekliyorum. Hava ayaz. Yine de içeri girmiyorum. Dışarıya da radyo yayını veriyorlar. "Tatlı dillim" çalıyor. Gözlerim doluyor yine. "E ceylan gözlüm" diyor ben ağlıyorum, "neredesin sen" diyor ağlıyorum... Bir nedeni de yok, öyle ağlıyorum.


Şimdi yine dolu dolu gözlerim, yine Tatlı dillim dinliyorum. Yok öyle anılar üşüşmedi beynime, içime. Hüsnü Şenlendirici'nin hüzün etkisi bu.

Ev cini, albüm yeni çıktığında yazmıştı, Hüsnü Şenlendirici'nin Hüsn-ü Klarnet albümü çok güzel diye. Almak istiyordum ne zamandır. Hediye geldi, geçen hafta sonu.

Albümün ilk şarkısı oyun havası. Bir introsu var, her seferinde ölüyorum sanıyorum. Tatlı Dillim zaten her zaman ki gibi, hüzün... Çığ var mesela, İstanbul İstanbul Olalı var, Bülbülüm Altın Kafeste var. Hepsi dinlenesi. Hüzünlendirici.

Huzurlu hüzün de bir başka oluyor yahu.

Cumartesi, Ekim 08, 2005

Fıkra gibi günler

Bu aralar çevremdekilere bütün anlattıklarım fıkra gibi başlıyor : "Bir Polonyalı, bir İsveçli, bir Alman, 2 Türk bir yerde oturuyoruz..."

Bir devlet kurumumuzu "olması gerektiği gibi" yapabilmek için bir AB destekli bir projede çalışıyorum. Bu yüzden yukarıda adını andığım ülkelerden de uzmanlar geldi. Kendileri ile 1 haftadır fazlası ile haşır neşirim. Bu bir haftadaki izlenimlere gelince, ben sadece iş ingilizcesi biliyormuşum meğerse. Onu da tam bildiğim söylenemez ama...

Cuma günü, Kale'de (Ankara Kalesi) tam öğle vakti... Soruyorlar neden kapalı o dükkan, soruyorlar camiden gelen o ses ne? Cuma namazı, hutbe, oruç, iftar kelimeleri yok dağarcığımda. Onlarsız anlat bakalım anlatabilirsen.

Sürekli tabu oynama modundayım. Once cümle içindeki kullanmayı planladığım kelimeleri anlatıyorum, 2şer cümle ile, sonra esas cümleyi kuruyorum.

Geçen gün bir yerde "yemin" kelimesini gördüler. Çok işlerine yarayacakmış gibi sordular "Sebnam, what does yeee-miiin mean?" Oldu, ben sözlüğüm çünkü. Hayır biliyorum kelimeyi de öyle sözlü modunda sorunca mümkün değil aklıma gelmiyor. Başladı garip muhabbet;

- Hımmm, hani mahkemelerde yapılır.
- İfade? Hakim? Tanıklık?
- Yok, hani ellerini incilin üzerine koyarlar?
- Kilise? Rahip?
- Yok yahu, mahkemelerde incilin üzerine koyup derler ya "I ..."
- Haaa yemiiiin.
- Evet!

Bu muhabbetten sonra "yemin" ederim bakındım masaya, kum saati nerde ikinci kelimeyi anlatmaya vaktim var mı diye.

Salı, Ekim 04, 2005

Zengin olacam ben

Efenim, Ankara'da güneşin doğuşu da batışı da ayrı bir şölendir, bilir misiniz? Oysa ben pek nadir izleyebiliyorum bu şölenleri. Çünkü evim doğuda, işim batıda. Gün doğarken çıkıyorum dışarı, sırtımı güneşin doğuşuna vererek işe gidiyorum, sonra akşam oluyor, gün batımında çıkıyorum dışarı, sırtımı güneşin batışına vererek eve gidiyorum.

Kimi zaman kaçamak yapıyorum, aksi yöne gidiyorum. Ama diğer zamanlar, gözüm hep sol aynada... Aynamı geçen gün gökyüzünü görecek şekilde ayarladım... Süper bir manzara...

Tam bu şekilde siyah oğlumla gezerken, birden bir lamba yandı başımın üstünde : Hani ben Gülse Birsel olmaya karar vermiştim ya, şimdi kariyerimi başka bir alana yönlendirmeye karar verdim. Ben Zihni Sinir olacam. Gerçi henüz 1 projem var, bunu çizebilecek yeteneğim de yok ama olsun. Procem süper: "kameralı sol ayna."

Şimdi bu kamera cep telefonlarına falan bile entegre edilebiliyorsa neden koca arabaya entegre edilemesin ki? Aynanın gördüğü şeyi çeker. İster manzara, ister makas attığın için sana küfür eden arkadaki arabanın şoförü. Yannız flash olmasın, maazallah gece çekimleri kazalara yol açabilir. Hayır yol bilgisayarı falan da var, gerekirse preview ordan da yapılabilir. Sol aynada bir objektif olsa, kornanın hemen altında ise çekme şeysi (neydi ya onun adı), bitti gitti.

Süper fikir, patentini mi alsam?

Pazar, Ekim 02, 2005

Hadi yüreğim ha gayret

hadi yüreğim ha gayret
hele sıkı dur sabret
başını eğme dik tut
bu bir rüyaydı farzet
hadi yüreğim ha gayret
...

Cumartesi, Ekim 01, 2005

Kozmetiik

Geçen hafta sonu bir telefon geldi. Tekin Acar’dan arıyorlarmış, ücretsiz Cilt Bakımı yapacaklarmış bana. Bu gelen sanırım 5. telefon. Her seferinde bir bahane uyduruyorum. Bu sefer uydurmayayım ayıp olacak dedim. (En yakın arkadaşım çünkü Tekin Acar Cilt bakım uzmanı! “Bana ne ya ben 5 defa aradım hiç gelmedi, bu sefer sıra onda, o arayana kadar trip atacam” diyecek sanki) Tamam dedim, ben geliyorum.

Gittim oturdum sandalyeye. “Ah Şebnem Hanım tanıyamadım sizi, saçınızı mı değiştirdiniz” dedi. Politik insanlar, ne yalan söyleyeyim. “Ah Şebnem Hanım tanıyamadım sizi, zaten tanımam imkansız, en son 1,5 sene önce gelip uyduruk 2 parça cilt bakımı ürünü almışsınız.” derdim ben olsam. Ben yine de “vay be” dedim içimden, “kadın saçımın 1 ton açıldığını fark etti de aldığım 16 kiloyu fark etmedi, demek o kadar vahim değil durum” diye düşünmeyi tercih ettim, 1.5 senede her kadının hayatında illa bir saç değişikli olacağını düşünmemezlikten gelerek.

İşleme başladık. Bir yandan yüzüme bir şeyler sürülüyor bir yandan karşımda bir başka uzman bir dolu soru soruyor bana. “Peeling için hangi ürünü kullanıyorsunuz Şebnem Hanım?” Ben artık nasıl anlamaz gözlerle bakıyorsam, kadının gözleri büyüdükçe büyüyor “Hayııır, peeling yapmıyorum demeyin bana” diye çığlık atıyor. Sanki kadın diş macunu sormuş ben de “yok ben fırçalamıyorum” demişim gibi bir tepki! Utanıyorum, “Ay eveeet, peelingim bitti benim, bir kutu da ondan alayım” diyorum. Sonra nemlendirici, maske, gözaltı maskesi, morluk önleyici bakım kremi, siyah noktaları kovucu krem, hede, höde falan filan için de aynı süreçlerden geçiyoruz.

Ürünlerin tümünü kullanırsam günde 1 saatimi ayna karşısında geçirmem lazım. Vaktim yok, hem ben zaten uğraşamam sıkılırım diyemiyorum, can evimden vuruyorlar. “Şimdi 25 yaşındasınız, hep bu yaşta kalmayacaksınız” Yutkunuyorum, aslında 26yım diyemiyorum, son dedikleri ürünü de ekletiyorum sepetime (e-ticaret alışkanlığı sepet lafı, sepetlik bir durum yok ortada aslında. Zaten aldığım ürünler 15 ml’lik falan ve ml başına verdiğim fiyat en az 4 YTL, -4 milyon demeye dilim varmadı-)

Bitiyor işlem, kasada kozmetik ürün dağı. Ne kadar oldu diyorum. Bir anda bayılan kadınlara çok alışkınlar galiba. “Ayda şu kadar milyon”. Yaw o tamam, bi bu işin toplam bütçesini söylesene. “12 taksit ama azar azar ödeyeceksiniz” tamam kardesim de toplamı ne bunun? Ben çarpıyorum kafamdan “azar azar ödenecek milyon sayısı x 12”. Tanrım ben ne ara bu kadar kendimden geçtim? Mecburen alıyorum.

Artık bakımlı ama parasızım.


eXTReMe Tracker