Sabah 6.30’a doğru çıktım evden… Yine gökyüzü ikiye bölünmüş. Bir tarafı aydınlık, bir tarafı alacalı bulacalı… Mavi, mor, kırmızı, turuncu, pembe… Rengin bini bir para. Bomboş sokaklar, çıt yok etrafta.
Arabaya yürürken kokuyu çektim içime, ferahlık kokuyor hava. Milyonlarca işim var, biran önce şirkete gitmem lazım, ondan sabah 6.20’de evden çıkmam. Ama bugün hayat benden yana, huzur var içimde…
Radyoyu açtım, “Biliyorsun” çalıyor. Sezen Aksu fısıldayarak bağırıyor, “Düşlerle gerçekler ayrı ayrı yaşar”. Bu sefer düşlere doğru sürdüm arabamı, şirkete doğru değil. Bu sefer hızla değil, sindire sindire… Ölmek için değil, yaşamak, sindirmek, içime çekebilmek için. Dolaştım Ankara’nın tepelerini uzun uzun. Renkler, düşlerin renginden hayatın rengine dönerken ben de rotamı gerçeklere, işe, sözleşmelere, şartnamelere, sensizliğe çevirdim. Ve şimdi şirkette “Süper Ablalardan Eskiler” playlistimi açtım. En az 20 senelik şarkıları, o şarkıları en çok hissedebilecek olanlara kadınlara söyletiyorum…
Ama yine de eksikti o huzur dolu anlar, bi senin kokun bi de sıcacık kahve...