Bu aralar çevremdekilere bütün anlattıklarım fıkra gibi başlıyor : "Bir Polonyalı, bir İsveçli, bir Alman, 2 Türk bir yerde oturuyoruz..."
Bir devlet kurumumuzu "olması gerektiği gibi" yapabilmek için bir AB destekli bir projede çalışıyorum. Bu yüzden yukarıda adını andığım ülkelerden de uzmanlar geldi. Kendileri ile 1 haftadır fazlası ile haşır neşirim. Bu bir haftadaki izlenimlere gelince, ben sadece iş ingilizcesi biliyormuşum meğerse. Onu da tam bildiğim söylenemez ama...
Cuma günü, Kale'de (Ankara Kalesi) tam öğle vakti... Soruyorlar neden kapalı o dükkan, soruyorlar camiden gelen o ses ne? Cuma namazı, hutbe, oruç, iftar kelimeleri yok dağarcığımda. Onlarsız anlat bakalım anlatabilirsen.
Sürekli tabu oynama modundayım. Once cümle içindeki kullanmayı planladığım kelimeleri anlatıyorum, 2şer cümle ile, sonra esas cümleyi kuruyorum.
Geçen gün bir yerde "yemin" kelimesini gördüler. Çok işlerine yarayacakmış gibi sordular "Sebnam, what does yeee-miiin mean?" Oldu, ben sözlüğüm çünkü. Hayır biliyorum kelimeyi de öyle sözlü modunda sorunca mümkün değil aklıma gelmiyor. Başladı garip muhabbet;
- Hımmm, hani mahkemelerde yapılır.
- İfade? Hakim? Tanıklık?
- Yok, hani ellerini incilin üzerine koyarlar?
- Kilise? Rahip?
- Yok yahu, mahkemelerde incilin üzerine koyup derler ya "I ..."
- Haaa yemiiiin.
- Evet!
Bu muhabbetten sonra "yemin" ederim bakındım masaya, kum saati nerde ikinci kelimeyi anlatmaya vaktim var mı diye.