Oyun
Kolej'deyim. Orta 2'de, tiyatro kolunun sahnelediği oyunu izliyorum, içim yanıyor. Ben de sahnede olmalıyım! Sahneye çıkıyorum gerçi ama halk oyunu oynamak için. 15 kızın arasında başımda yemeni ayağımda şalvar kaybolmak hoşuma gitmiyor. Tüm ilgi ben de olmalı, alkışlar benim olmalı. Tüm okula sergileniyor oyun dönem sonunda. Ve ben oyunculara gösterilen ilgiyi, onların popüleritesini kıskandığım için bir sonraki sene oyuncu seçmelerine gidiyorum.
Başrol benim!
Kurtulamadım ama başımda yemeni de olacak, Bakkal Abla'yım ben. Ferhan Şensoyun Kahraman Bakkal Süpermarkete Karşı oyununu oynayacağız. Son güne kadar replik ezberlemeye çalışıyorum. Ferhan abim de sağolsun bol tutmuş küfürü, text ayrı, sansür ayrı karışıveriyor metinler. Galada çiçekler geliyor bir dolu. Egom tavanda.
Liseye geçiyorum ertesi yıl. "Sen hani Bakkal Ablayı oynayan kız mısın?" diye soruyorlar. Siz bilir misiniz Kolejde populer olmak ne zordur? Popüler olmuyorum ama kilolarım yüzünden öğle tatilinde saklanmak zorunda hissetmiyorum artık kendimi. Birşeyler başarmak gerekiyormuş güçlü olmak için.
Sahne tozu yuttum ya, hemen bir başka oyunun seçmelerine başvuruyorum. Bu sefer Halide Edip Adıvar'ım. Bu sefer yemeni yok, ama döneme uygun bağlanmış şık bir eşarp var başımda. Oyun aralarında ya da kostümlü provalarda kantine hep kostümümle iniyorum. "Bakın o benim" diyorum.
İçime işliyor sahne, hiç inmek istemiyorum. DT'nin tüm oyunlarını izliyorum. Oyunculuk kitapları alıyorum. Amatör tiyatrolara başlamak için babamdan izin koparmaya çalışıyorum. Vermiyorlar, ağlıyorum.
Ertesi yıl, Troyalı Kadınlar'da Cassandrayım. Güneşin kızı, deli Kasandra. Alev alev yanan bir meşalem var, sahneye onunla fırlıyorum. 15 dakika süren deli bir monoloğum var, çığlıklar, ağlamalar, kahkahalar eşliğinde. En iyi performansım o sanıyorum.
Annemler oyuncu olacağıma pek ihtimal vermiyorlar ama yine de gaza gelmeyeyim diye de arada “olmaz öyle şey” diyorlar.
Bu oyunlar arasında ben bir ara bambaşka birşey yüzünden beyin sarsıntısı geçiriyorum. Geçici hafıza kaybı. 2 gün öncesinden başlayarak hiçbir şeyi hatırlamıyorum, son 2 gün kayıp. Bir şey söylüyorum, anında unutup, 2 dakka sonra aynı şeyi söylüyorum. Hastanede karşımda doktorun Hacettepe Üniversitesi Diploması var. Ben orda 2 gün boyunca, “anne bak ben bu okulun konservatuarından mezun olacam” diyorum. Bunun üzerini ailemi alıyor mu bir panik!
Babam içkili bir gecede çekiyor beni karşısına. Bir dolu şey anlatıyor bana, meğer babamın eski sevgilisinin adı Şebnem’miş ve bu abla oyuncuymuş. Adam suçluyor kendini, “adını koydum onun gibi olacaksın” diye.
Sonra bir oyun izliyorum devlet tiyatrolarında, vazgeçiyorum oyuncu olmaktan. Neden basit, ilerde oğlum olduğunda onun uyuma saatinde oyunda olmak zorundayım, nefes alıp verişini izleyemem. Yaş 15, ben vazgeçiyorum hayallerden, oğlum için...
Baba, oyuncu olmadım korkma. Ama hala oynuyorum, dinlemedim seni. Üstelik bir oğlum bile yok daha.
6 Yorum:
Sadece kendimizi savunmak için mi oynuyoruz, yoksa hoşumuza mı gidiyor bu çift kimliği taşımak...bilemiyorum. Ama oynamak beni yoruyor, biliyorum. Ve beni tanıyan yüzleri kandırabilecek kadar iyi de oynayamıyorum üstelik. Ama mesele kulise çıkıp ağlamayacak kadar taş yürekli bir oyuncu olabilmekte sanırım, değil mi? Kolay gelsin Gece... Çok güzel bir yazı...
Artık oynamıyorum...
Kimin zoruna giderse gitsin, daha fazla olmuyor. Hangimiz kendimiz için yaşıyoruz..? İş yerinde patron, evde aile, ilişkide sevgili, hayatta toplum. Kendin için yaşa, çünkü bir daha geleceğinin garantisi yok..!
wanna, yazıyı beğenmene sevindim. Taş yürekli de olmayalım yahu, ağlamak o kadar da kötü değil, bazen içim yıkanıyormuş gibi hissediyorum.
atonica, oynuyorsun, farkında değilsin. Sen de birileri için yaşıyorsun ama bunu inkar etmek daha kolay.
xtra, teşekkür ederim. Bu ara biraz çalkantılı, yazabildiklerim de ancak keyifsiz olduğum zaman çıkıyor ortaya. Keyifli olan zamanlarda yazamıyorum, keyfini çıkarıyorum bana keyif veren şeyin/kişinin. Ondan pek bi karanlık kuyularda gibi gözüküyorum.
Aslında iyiyim valla. Sadece canım yandı, geçecek. Az kaldı...
Gece, aslında taş yüreklilikten kastım rolünü sahiden "o'ymuşun" gibi iyi benimsemek dolayısıyla gizil acılarını unutup gerçekten o sahnede gülen kadın olabilmekti...Ya da oynadığın için üzülmemek, kabullenmek...
Bu arada xtra'nın sana yaptığı yorum da bir anda nedense kendi bloğumu aklıma getirdi. "Ben neden bu aralar hep acıların kadını Bergen gibiyim?" diye sordum kendime:) Hepimizin içinde bir sebepten, bir acı gizli herhalde de ondan...Ama sana Gülse'lik yakışıyor o başka:)
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
Uzun zamandir okumamisim yazdiklarini bunu farkettim bugun.Ve yazini gorunce gozlerimdeki o bugunlerde sensorlu calisan musluk akiverdi valla.
Oyun evt dun en cok hissettigim buydu.Hani sordunuz ya nasil gecti ilk is gunun diye berbat bi oyundu ya.Bas rolde oldugum herkesin nasil cay ictigimi bile izledigi gicik salak bi oyun.Daha ben rolumu ezberleyememistim bile.Hatta telefonda buyrun nukhet taskiran meteksan sistem dedim ya:) Olum ben daha alisamamistim sentim demeye hatta musterilere sentim derken kendim de ezberlemeye calistigim icin santimetre gibi sentimmm diyodum:)
Ben sizi cok ozlemistim daha ilk gunden.Hatta oglen gordugumde ozlememek icin kusmek geldi icimden o an size.
Uf ya bide eskimesini umdugum ask oyununun son perdesini oynamistik boyle suslu puslu yeni bir oyuna baslamak iyi gelicekti.Ama o oyundaki son sozler kulaklarimda cinladi durdu aksama kadar.Sonra aksam pat o kadar ozlemistim ki dayanamadim.Yazdiklarini okurken masamda duran aynaya baktigimda kendi gozlerimdeki pariltiyi gordum. Aynalar ve gozler nasilda yansitiyormus tum duygulari ve insan oynadiklari ve gercek arasinda nasil da gidip geliyormus o yuzlesme aninda...
Hayir oyun var ama biz de varizz.Maskeler de var ama sevgi, ask, dostluk varsa firlatip atmak gerekiyormus gulumsemek ve sevdiklerinin yuzunu guldurmek icin...
Nukhet
Yorum Gönder
<< Ana Sayfa