<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d9035958\x26blogName\x3dGece\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dSILVER\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://sebnem.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://sebnem.blogspot.com/\x26vt\x3d49898149766296179', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe", messageHandlersFilter: gapi.iframes.CROSS_ORIGIN_IFRAMES_FILTER, messageHandlers: { 'blogger-ping': function() {} } }); } }); </script> Gece Logo Ana Sayfa Profil

Cumartesi, Eylül 30, 2006

dedem ölmesin...

Dur!

bi böyle mutsuz, bi böyle hevessiz, bi böyle keyifsizim...

bi böyle kararsız, bi böyle umarsız, bi böyle uslanmazım...

Aşık oldum, olacam... Zor duruyorum...

Perşembe, Eylül 28, 2006

112 Acil

Önce “Şebnem gel” dediler, sonra “yok, acele etme” dediler... Çok acele etmeyerek ama yine de biraz sallanarak gittim dedemlerin evine. Annem kapıdan girer girmez “Nerde kaldın” dedi. Sesinin tonu korkuttu beni. Azar ya da merak yoktu sesinde, destek olmakta geciktiğim için soruyordu..

Dedemin yanına girdim... Ateş çok yüksek, tansiyon bir o kadar düşük. Adam yalvarıyor beni hastaneye götürün diye. Ama hastanede ne yapacaklar ki... Daha Pazar gecesi hastanedeydik, orada oksijenle serumla falan rahatlıyor ama yine de çözüm yok.

Dedem helalleşmeye başlayınca, dayanamıyorum, Acil Servisi arıyorum. 84 yaşında solunum yetmezliği olduğunu duyunca “hemen ambulans gönderiyoruz” diyorlar. Ben de hemen aşağıya iniyorum. Güvenlik, kapıcı hepsine haber veriyorum. Adam lazım... Sedyeye taşıyabilmek lazım dedemi, sedyeyi aşağı indirmek lazım.

O ambulansın arkasına annemle ben de önüne geçiyoruz. “Merak etmeyin, sarsmadan yavaş yavaş götürecem” diyor. 120’le sirenler eşliğinde gidiyoruz. Yol vermeyen arabalara küfrediyoruz hep beraber. Radyo açık... Bir türkü çalıyor... Şoför rahat ne de olsa, onun bitanecik dedesi değil ki arkadaki..

Annem Acil’in ustası olmuş, ben aval aval bakınırken o bir sedye kapıyor. Bundan sonrasında ben de tecrübeliyim aslında geçen Pazar gününden.

Sonra bekleyiş başlıyor. Doktorun odasının önünde beklerken içerdeki odayı görüyorum. Oraya girmek yasak. İçerde bir hastaya kalp masajı yapıyorlar, yapıyorlar, sonra vazgeçiyorlar... Kolundaki serumu çıkartıyorlar. Öldü... Ben biliyorum, dışarda bekleyen ailesi bilmiyor. Bir süre daha söylemiyorlar. Söylediklerinde de çığlıklar içimi acıtıyor. Annesi bayılıyor, hepimiz izliyoruz...

Oğlunu sedyede taşıyan bir adam var. Koca sedye taşınmıyor tek başına, bir o duvara vuruyorlar bir bu duvara. Annem “bak işte o gece ben de böyle tek başımaydım, herkes baktı, bi Allahın Kulu yardım etmedi” diyor. O anda ayılıyorum, sahi ben de bakıyorum adama. Hemen koşup tutuyorum sedyenin ucundan, götürüyoruz tahlile. Ve anlıyorum yardım etmeyen insanları. Hepimiz o kadar bakar körüz ki orda..

Dedemin başında beklerken bir hasta yakını geliyor yanıma, sizin röntgen çıkmış, az önce okudular adınızı diyorlar. Sabaha kadar acildeyiz nasılsa, acele etmiyorum. Tamam çok sağolun diyorum, adam anlıyor yorgunluğumu, getirivereyim istersen diyor. Şaşırıyorum, öyle bir yer ki SSK acil, bu kadar yardımseverlik beklemiyorum. Röntgen çeken arkadaş da beni bir yerde görüyor, gelip konuşuyor. Dedemi soruyor... Dünya tatlısı bir hemşiremiz var, ama Doktoru her an boğabilirim zira beni geçtim anneme sürekli “şunu ver, getir onu buraya” gibi cümlelerle konuşuyor.

Annemi orada bir başına bırakıp çıkıyorum sonra, dedemin işleri bitip de gözlem için sabaha kadar tutacaklarını öğrenince. Buruk içim çok..

Son 4 günde 2 gece geçirdim acilde... Yorgunum, garibim, çaresizim...

Salı, Eylül 26, 2006

Ben de gitcem ulan...

Bilişim dünyasında sarışın işletmeci olmaktan sıkıldım.

Mühendislerden, serverlardan, yazılımlardan, plazalardan, üzerimdeki kumaş pantalonlardan eteklerden, sabah işe giderken ayaklarımın geri geri gitmesinden, havalandırma saatlerinin olmasından sıkıldım, paradan, parasızlıktan, tekliflerden, maliyetlerden, hedef kartlarından, kartvizitlerden, etiketlerden sıkıldım...

Amerikalı işletmeci duruşumdan da, ukalalıklarımdan da, "ben hayatımdan memnunum, sizi gidi şablon insanlar sizi" söylemimden de sıkıldım...

Bak buraya yazıyorum: portakal bahçeleri, Datça'da otel, Adrasan'da ağaç ev vs hayalleri kuran arkadaşlarımdan biri gitsin, yerleşsin, ben de gitmezsem neyim...

Böyle de çabuk gaza gelen, böyle de fevri bi bünyem vardır.

sivrisinek

Sevgili sivrisinek kardeşim,
Az sonra söyleyeceklerimi yüzüne de söylemek isterdim ama bütün gece sadece vızıltın ve ısırıkların ile kendini gösterdiğin için yüzünü görme fırsatım olmadı. Şimdi diyebilirsin ki, küfür edene kadar anlatsaydın, ben seni dinliyordum. Evet haklısın, küfür de ettim, muhtelif yollarla seni öldürmeye de çalıştım ama bi dinle niye?

Sevgili sivri (dün geceki o kadar münasebetten sonra sana kısa adınla hitap etmemin sakıncası yoktur sanırım), hiç düşündün mü neden sen benim odamda 3 gündür yalnız bir hayat sürüyorsun. Kardeşlerin, hemşerilerin, türdaşların nerde? Ve yine hiç düşündün mü bu kızın uyurken her tarafı kapalı, bir yorgan var üzerinde. Sadece ellerimi ve ayaklarımı sokmanın bir nedeni olmalı değil mi? Hava soğuuuuuk artık be Allahsız sinek, be ...

Tamam sakinim...

Sanırım bu alemlerde yenisin, sana yol göstermek benim ve uykusuz gecelerimin borcu... Kış geldi ve artık senin burda olmaman gerekiyor. Nereye mi gideceksin? Valla bunca senelik hayatımda hiç düşünmedim yazın vızır vızır olan sivriler kışın nereye giderler? Belki siz de göçmen bi türsünüz, ya da soğuğa dayanamayıp mefta oluyorsunuzdur. Ama eminim ki sana bunu öğretecek bir türdaşın olmuştur, olmadıysa bile güdülerin vardır, dayanma gücün vardır vs... Eminim ki doğru yolu bulacak ve en kısa zamanda uygulayacaksındır.

İki gecedir, yatağımı ve seni yalnız bırakıp salonda kaşına kaşına uyuduğumu biliyorsun. Artık ben de yerime yurduma dönmek istiyorum. Bugüne kadar sabrettim, hadi artık ama, evli evine, sivriler köyüne...

Sana inanıyor ve güveniyorum.

Gece

Perşembe, Eylül 21, 2006

Didime kaçsam...

Öğlen bir arkadaşımla kahve içmeye gittik Ankarayı tepeden gören her zamanki mekana... Rüzgar esiyordu, ve bir kaç damla yağmur düştü masaya. Ben sarıldım polar monta...

Şehrime sonbahar gölgesi düşmüş... Kaçıvermek istedim Didime...

Uzanıvermek istedim orda, kitabımı elime alıvermek... Üşüdüm yaw diyerek üzerime bir battaniye çekivermek... Akşamın erken çökmesinden hüzünlenmek, sezen aksu şarkılarını açmak, kahveme brendi eklemek...
Ağır ağır geri inmek şu yokuşu, telaşsız, acelesiz... Bekleyen olmadan, beklenti olmadan... Acıkınca dönüvermek istedim evime... Koşturmadan birşeyler hazırlamak kendime. Usul usul çalarken müzik, kalk da bi rakı koy demek kendime...
Kaçmak istedim bugün...

Salı, Eylül 19, 2006

Şablon insan

Gözlerini kapa şimdi. Yok şimdi kapama, kaparsan okumayamazsın yazının devamını. Ama söz ver, yazı bitince kapatacaksın 2 dakkalığına.

Yaş kaç? Seninkini boşver, benimki 27. Bak yazı ile yazıyorum yirmiyedi. Hala 30'dan hallice yani. Şimdi sen kaç yaşında olursan ol, benim yaşıma gel. Duygu anlatacaz şurda iki satır. Bi yap dediğimi...

şimdi bu yirmi yedi çok ara bir yaş. Arkadaşlarının bir kısmı iş hayatına yeni adapte olup, mastermış, askerlikmiş uğraşırken diğer kısmı da kocalarına ne yemek yapacaklarından ya da bebeğin ismi ne olsundan bahsediyorlar. Bi arada kalmışlık hisset şimdi.

Emekliliğine kaç sene var senin, peki koca bulup çocuk yapman da gerekmiyor mu? Bi bunları düşün... Bi daralsın için. Cep telefonun çalsın. Çalsın elleme, kafasına göre çalsın. Yaaa olmuyor di mi öyle, bi ofis dolusu adam sana bakıyor, açsana kızım telefonunu diye. Telefonunu açmama özgürlüğün bile sınırlı mı yoksa?

Sorgularken hayatı ve hayalleri karşındaki banka yetkilisinin son ödeme tarihi geçmiş borcunu hatırlatmasını dinle şimdi. Daraldı mı için iyice. Aman kaybetme o duyguyu, kullanacağız sonra, yeri geldiğinde...

Bu hayattayken, bu hayatı yaşarken ne kadar özgürsün? Rüyaların bile şablon, yaşamın şablon, sen şablonsun. Sana biçilmiş hayatı yaşa. Kalıbı sana dar mı geldi, bol mu geldi, siktiret. Sana verilen hayatı yaşa, sus söylenme...

Şimdi başka bir çalışma: çevrendeki 30-35 yaş arası erkeklerin tümü aynı dertleri aynı hayalleri sana anlatıp duruyorlar, bunu da bi düşün. Senin şu anda hissettiğin bunalım da şablonsa ya? Sorgula... Sorgulamaya başladıysan mutsuzluğu kabul etmen gerekecek. "Sadece çocuklar ve sığ insanlar mutludur" diyor bilge...

İçinin daralması duygusu vardı ya, hani sonradan kullanacağımız. O duygu içindeyken başta bana verdiğin sözü düşün. Kapat gözlerini...

Ve şimdi düşün, ne kadar farklısın?

Üzgünüm değilsin...

Cuma, Eylül 15, 2006

Bazen hepsinden nefret ediyorum.

Cık, düşündüm de her zaman hepsinden nefret ediyorum.

Yok, bunu da düşündüm ben çoğu zaman kendimden nefret ediyorum, gariplerimin bi suçu yok.

Herkes kendi mutluluğundan sorumludur. (ve mutsuzluğundan)

Çarşamba, Eylül 13, 2006

Tekme

Deniz bebekle dün o kadar çok oynamaya çalıştım ki, annesi kızdı bana, "rahat bırak karnımı, doğunca oynarsın" diye. Ama benim bitanecik yeğenim, üzmedi teyzesini sağlam bir tekme atarak onu hissetmemi sağladı.

7 ay bitti. 20 Kasımdan civarında ben teyze oldum diye bağıracam. O zaman sokakta oynayan çocuklara da bana teyze deme vizesi çıkacak, valla sesimi çıkarmayacam.

Hadi doğsun artık.. (Aman allah korusun ya, daha 1,5 kilocuk, ne diyorum ben)

Cumartesi, Eylül 09, 2006

benim saçlarım çok güzel

Dün akşam ilk defa, gittiğim bir mekanda yanıma biri geldi, saçlarımın çok güzel olduğunu ve etkilendiğini söyledi, telefon numaramı istedi. Vermeyince o mekana ne sıklıkla gittiğimi sordu, (o mekan = öğle yemeklerimin ve akşam yemeklerimin yarısını yediğim yer, şirketin hemen yakınında bi yer... Ben de bu ara şirkette yaşıyorum ya, yemekhane olarak orayı kullanıyorum) ve beni orda bekleyeceğini söyledi...

a. cok sarhoştu.
b. 6 saniyede bir kahkaha atmam dikkat çekici bişey cidden (zira masada 25-30 kişiydik)
c. şişman kızlardan hoşlanan erkekler de var.
d. saçlarım annemin dediği gibi köylü kızı modeli değil.
e. hepsi

bi önemi yok, benim yine de popom olması gerektiği yerde değil, az daha havada...

Çarşamba, Eylül 06, 2006

Amor Fati?

Burada bağırınca mutsuzluklar geçmiyor değil mi? Neden mutsuz olduğumu bile bilmiyorum. Sürekli ağrıyan ve şiş parmağım, 12'den önce işyerinden pek çıkamama neden olan işlerim, neresinden tutacağını bilemediğim bi sanal ilişkim, şartnamelerim, çalışmayan ürünlerim, oka ve hatta boka konan bir gönlüm, verilmeyen cevaplarım, deli gibi borçlarım var... Mutsuz olmaya yeter mi? Mutsuz olmaya değer mi?

Amor fati...


eXTReMe Tracker