<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d9035958\x26blogName\x3dGece\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dSILVER\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://sebnem.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://sebnem.blogspot.com/\x26vt\x3d49898149766296179', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe", messageHandlersFilter: gapi.iframes.CROSS_ORIGIN_IFRAMES_FILTER, messageHandlers: { 'blogger-ping': function() {} } }); } }); </script> Gece Logo Ana Sayfa Profil

Cuma, Aralık 30, 2005

Yepyeni bir yıl geldiiii...

Dün televizyon izlerken bir programda bu dönemde CPU kullanımlarının çok arttığını çünkü bütün web sitelerinde arkada bir kar yağdı efekti yapıldığından bahsettiler :)

Ben de aslında şimdi uzun uzun google'da güzel bir yılbaşı arayabilir, şu sayfayı renklendirebilirdim yeni yıl mesajı yazarken ama hem google'a küsüm, hem abuk sabuk bir makine ile calisiyorum hem de simdi durduk yerde sayfanın boyutunu arttırmayayim dedim.

Özetle, keyifsizim. Ama yeni yıldan kendi adıma bir ton keyif bekliyorum. Umarın sizin de beklediğiniz bir dolu güzellik sizin olur. Nice yıllara.

Çarşamba, Aralık 28, 2005

efenim meslek neydi?

İşletmeciyim ben efendim, en sarışınından. (işime gelince tabi) Genel müdür olacaktım mezun olunca, güldüler bana. Gel sana göre daha basit bi pozisyonumuz var dediler, kriz zamanı tabi, kabul ettim. İş geliştirme uzmanı oldum. Verdiler önüme bi laptop. Ohh ala.

Aradan zaman geçti, ben şirket değiştirdim laptop yenilendi.

Sorunsuz tasasız geldik bu günlere. Ancak şirkette 2. yılı devirince haliyle laptop da 2. yılını tamamladı, hafif arazlar çıkarmaya başladı. Yavaş mavaş idare ediyorduk düne kadar.

Dün tam da mesai sonu, canım oyalanmak istiyor. "Yeter artık, yerim kalmadı, burama kadar geldi, sil şu dosyaları" dedi. E sileyim dedim bende. Himmm resimler olmaz, hatırası var, aaa MP3lerim cok kıymetli, e iş dosyalarımı silemem ya, hah sistem dosyaları, bak bunlar olur. Sonuçta ben sistem dosyalarını sildim.

Yani silmişim sanırım. Bilerek silmedim tabi, onu ordan oraya alayım bunu suraya taşıyayım derken yavaşladı. Bilişim sektöründeki 4 yılımda bilgisayar hakkında öğrendiğim birşey varsa o da restartın her derde derman olduğudur. Ben de tecrübelerime dayanarak bi restart yaptım, start kısmında kaldı eylem. Açılmadı bi daha, öldü.

Haaa backup mı? hani şu en son 7 ay önce yönetici zoruyla yaptığımız şey?

(Umarım bizim teknik servis okumuyordur, onlara sarışım işletmeci tonlaması ile "valla anlamadım ki, calışıyordum, birden pat gidiverdi" dedim. )

Pazartesi, Aralık 26, 2005

Depresyon aşısı

Depresyon aşısı olmak istiyorum ben, biliyorum bu aralar salgın var, kol geziyor depresyon. Benim de bünye biraz zayıf, hemen kaparım. Zaten sürekli hedef gibi hissediyorum kendimi bu ara. Sanki hep civarımda.

Eskiden çok eskiden, bir arkadaşa "Depresyona girdim ben" dedim, "Baksaydın, nerden girdiğine, çıkması kolay olurdu" dedi. O zamandır bakıyorum, depresyon sebeblerim, giriş kapılarım hep aynı. Girip girip çıkıyorum, ezberledim yolları. Artık çok daha kolay atlatıyorum saldırıları....

Ordan aklıma geldi, e madem öyle bunun aşısını ben neden keşfedip yayınlamıyorum?

Buyrun size depresyon aşısı: Tükeneceğiz.

En fazla 10 defa üstüste dinleyin. Daha fazlası doz aşımı olabilir, şimdilik 10.ya kadar test edildi, 11.yi dinlemek yemedi. Biraz dişimizi sıkıyoruz, her aşı ilk anda biraz ateş yapar, bu da olsa olsa bir kaç damla gözyaşı yapıyor, olacak o kadar.

Hadi sağlıklı neşeli günler.

Çarşamba, Aralık 21, 2005

Edirne


Gittim gördüm yerinde inceledim.

Edirne;
- Kar örtmüş her tarafı, pek bir güzel geldi bana şehir.
- Balkanlardan gelen soğuk hava dalgası gerçekten var.
- Trakya Üniv. Rektörlük binası Osmanlı zamanından kalma bir tren istasyonu.
- Ciğer tava nefis...

Salı, Aralık 13, 2005

Şakacı

İnadına öğlenleri staj yaptığım banka şubesine gelirdi, altta bir küçücük şort, ayaklar çıplak, üstü çıplak... Deli değildi, Didimdeydi şube. Uyandığı gibi gelirdi işte. Hala düşünürüm motora çıplak ayak nasıl binerdi? Herhalde binmezdi di mi, inince çıkarırdı ayakkabısını, beni delirtmek için yalınayak gelirdi. Her seferinde yüzüm kızarırdı.

Kasisten geçmek için yavaslayan arabanın arka lastiğinin önüne terliğini bırakmıştı, el çabukluğu marifetiyle. Arabanın ilerlemesi ile feryat figan, çığlıklar "ayağımın üzerinden geçtin, bak işte lastik izi bile var" diye. Adam her dakka bir yerlerini kırıyor zaten, yemiştik hemen.

Okey, king normal süresinde bitmezdi onun yüzünden. Biri illaki "aman yaa, yeter bi oynatmadın, insan taşların yarısını da çalmaz ki" diye biri oyunu mutlaka bırakırdı. Hepsinin sarhoş olduğu o gece, dubada olmayan kartlarla sanal king oynamışlardı. Ama nasıl işlemişse adamın içine hile yapmak "hepsinde as varmış ya, as çıktım, attılar beni dubadan" diye ağlaya ağlaya gelmişti. Ortada ne as vardı, ne kağıt...

"Kalk olm kalk, kavga çıktı" diye koşarak eve gelmesi ve akabinde silah olarak da sinek öldürücü spreyi alması boşuna değildi, bir gece önce aynı evde onu sıkıp sıkıp önünde çakmak çakarak alev yapmaca ve birbirlerini yakmaca oynamışlardı bizim çocuklarla, tecrübesi vardı.


Şimdi o şakacı, uyuduğu yerden şaka yapıyor bize...

Boracım, özlüyoruz seni, özlüyorum seni. Rahatsın biliyorum orda, burda olduğundan daha rahat belki, ama yine de özlüyoruz seni... Rahat uyu.

Cuma, Aralık 09, 2005

Kahve içen?

İlkokul dahil olmak üzere ben hep hevesle gittim okula. Deli miyim, ne kaçıracam ordaki eğlenceyi zaten. O zamanlar evde TRT 1 vardı sadece, okulda ise tam 4 tane tenefüs.

Üniversitede ise ders saatinden en az 1 saat önce hazır olurdum kantinde, ya da kulüp odasında. Kahve, muhabbet dururken ne heba ediyorum saatlerimi uykuya...

Dizinin dibine oturup başımı birinin dizine yaslamıyorsam ve saçım okşanmıyorsa usul usul o sıra, ya da elimde mikser, fırında kurabiye yoksa sevmem zaten evde oturmayı.

Peki o zaman, her sabah kazık kadar benim, "anne ben işe gitmeyecemmm bugün" diye alt dudağını pörtletmesi, "baba ya, hadi bana bi tezkere yazın, noooolur" demesi nedendir? Gözlerinin içine bakıyorum, yollamasınlar diye, gülüp geçiyorlar, şaka sanıyorlar.

Peki, işyerinde sabahlayan, sabah daha ekmek kamyonları dağıtıma çıkmamışken işe gelen, cumartesi gecesi beyaz şarap sprite'ini Hayyami de içmek yerine, işyerinde iş yaparken içen bana neler oluyor son zamanda?

Kahve isteyen?Bak, kahvem hazır mis gibi, kek de yaptım ellerimle, hadi gel, bi kahve içelim seninle, kahve keyfi yapalım.

Gel bugün işi asalım, hani eskiden derse girerdik de adam asmaca, yeşil kazaklı çocuğu kesmece, uyuma, pencereden karşıdaki çocukların tenefüsünü izleme gibi bir dolu şeyle yerdik dakikaları ya, bugün de öyle yapalım.

İşi asalım, çalan tele bakmayalım, sözleşme, şartname, rapor beklesin masada, soran olursa "önümüze gelene bin tekmeee"

Gel bi kahve içelim senle, uzun uzun sohbet edelim...

Perşembe, Aralık 08, 2005

Yerimi yadırgıyorum

Bir devlet kurumu içinde bir proje için kurulmuş özel ofisteyim yine…

Fark ettim ki bu kurumda saat 17.30’da içerdeki çocuk sayısı ile yetişkin sayısı eşit oluyor. Saat 17.30’da bayanlar ellerine kartlarını alıyorlar, cep telefonlarını (eskiden pazara giden anneannelerimizin yaptığı gibi) koltuklarının altına sıkıştırıp servisten inen çocuklarını karşılıyorlar. İçerde “Canan teyzeeee, örtmenim bugün şarkı söyletti bana” diye dolaşan yeşil, sarı, mor, kırmızı turuncu paltolu küçük adamlar dolaşıyor ve kurumda tuvaletin, çay ocağının, fotokopinin yerini benden iyi biliyorlar.

Hemen yandaki kurumun kapısının önünde bir kamyonet duruyor haftanın bazı günleri ve “Balıııık, taze balııık” satıyor, işten çıkanlar servise binmeden önce kapıdaki balıkçıdan balık alıyorlar, akşama taze taze pişirelim diye. Her öğlen bütün kurumların tam ortasını hizalamış meyveciden sonra bunu garipsemiyorum.

“Ben report’u perfect hale getirirken, X beyler de son checklerini yapacaklar” cümlesini kurabilen özel sektör “snob”ları ile çalışmaya çalışan 15 yıllık devlet memuru X bey ise o saatlerini kurumda açılan İngilizce kursunda geçiriyor zaten. O yüzden ben boşuna Türkçeleştirmiyorum konuşmamı. (Ben kurmadım bu cümleyi valla, o kadar da diil)

Çaycı geliyor, “abla dünden 3 fiş borcun vardı, yazıyorum hesaba" diyor, ben "bu çaycıyla ne hesabım var ki acaba” diyorum. Uçan kuştan sonra bi çaycı kalmıştı borç takmadığım diye düşünürken “Kahve duble olsun Kemal” diyorum, ben ne ara alıştım, su bardağında gelen kahveye duble demeye, çaycıdan kahveyi utanmadan sıkılmadan bu kadar rahat istemeye?

Bilkentte plaza insanı olmaya çok alışmışım ben, yerimi yadırgıyorum.

Çarşamba, Aralık 07, 2005

Günlükler...

29 Kasım 1993'de Kocaeliyi 4-1 yendiğimizi, üstelik golleri Şifo, Madida ve Metin'in attığını, Madida'nın golünü oyuna girdiği an attığını ve 38. dakikada 10 kişi kaldığımızı kim biliyor benden başka? Ben o günkü Kocaeli kadrosunu bile sayarım sana.

Orta ikide Fen dersini dinlemediğim için 2 sıfır eksik koymam ve bu yüzden 10 alamayıp daha önce aldığım 2'yi düzeltememem ve salak grammerci yüzünden İngilizceden 63 almam kimin umrunda?

Pekiiii, hayatımın en önemli 24 şeyini sıraladığım 1994 tarihli listede "yastığım", Gaye 1 sitesi sahili, ve şimdi kim olduklarını bile hatırlamadığım 3 kişinin ismi ne arıyor? Tamam diğerlerini geçtim, yastığımla ne paylaşmış olabilirim? Hayır, olsa olsa sarılıp ağlamışımdır yastığıma, bu kadar önemsemek neden?
Lisenin ilk günü: "Sınıfta Can diye bi cocuk var, çok sinir."
Lisenin 10. günü: "Canla muhabbet etmeye başladık, hoş çocuk ama olmaz."
Lisenin 1. ayı: "Sonra Can, Cücüye demişki Şebnem beni kesiyor galiba..."
Kim bu Can? İlk günden fark etmişsin işte çocuğu, basbayağı bahsetme takıntısı işte, neyi kimden saklıyorsun?

Matematikçi feci bozmuş beni sınıfta, (ya fark ettim ki hocalar bunu çok yapıyorlar, Üniversite 1'de hocaya "hocacım" demiştim, "kocacım" anlamıştı, yerin dibine sokmuştu beni. ) dönem ödevim ingilizcedenmiş, folklor oynuyormuşum, tiyatrocu olacakmışım, C42 kod isimli bi cocuk varmış çok aşıkmışım, (yolda görsem tanımam), ha bi de 9 varmış, bütün şiirlerim ona yazılmış (onu nerde görsem tanırım ortaokulu zehir etti bana, çok aşıktım, yüz vermiyordu) ....

Düşünüyorum düşünüyorum, ben bu günlükleri 14-15 yaşımda niye tutmuşum çözemiyorum.
Ama yazdıklarımı 06.05.1995'den beri Gece diye imzalıyormuşum onu anladım.

Salı, Aralık 06, 2005

Zoberade

İçkiden sonra içilen bir içecek çıkmış efem, alkol seviyesini düşürüyormuş, etkileri azaltıyormuş. Kanada lisanslıymış. İngilizceden devşirme Türkçe bir broşür hazırlamışlar, uygun mekanlara dağıtımını yapmışlar.

Aslında fikir pek münasip “yedik içtik hesabı kim ödeyecek” aşamasından önce bir adet bu içecekten…. Ne trafikçilerle “İçtim memur bey, bak dürüstçe! Bi tek ama, çok değil ” muhabbeti ne de ertesi sabah “abi bulaşma bana akşamdan kalmayım zaten, bi kahve getirsene gözünü seveyim” diyalogları!

Ürünün adı Zoberade. Nedense ben aklımda tutamıyorum aklımda, “Zıbar yat” gibi bişeydi ama neydi diyorum her seferinde. Fonksiyon olarak eş değer tuttuğumdan mıdır nedir?

Bu ürünün yukarıda bahsettiğim çeviri broşüründe hangi durumda kullanacakları özetlenmiş, orda 2 tanesine feci takıldım .

Birincisi: “çalışma saatleri arasında bir resepsiyona çağrıldı iseniz ve döndüğünüzde hala çalışmak zorunda iseniz.” diye bir madde.

“Sizi köşken aradılar, öğlen resepsiyona bekliyorlar” durumunu hiç yaşayanınız oldu mu bilmiyorum, Türkiye de resepsiyonu başka kullanan onu da bilmiyorum ama ben çok güldüm buna.

Asıl bombaya gelince “Kendinizi kontrolden çıkıyor hissediyorsunuz? Partnerinizle beraber iken olabilir! Kontrollü olması gereken bayanlar, Zoberade sizin çözümünüz --> Özel durumdan önce veya o sırada için” maddesi. Evet, aynen böyle yazıyor. İşin tuhafı bu içecek 30-50 dakka sonra etki ediyor. Bi zamanlama hatası var gibi ama?

Lokalizasyon önemli. Burada “ben bi resepsiyona gidip gelecem” diyen adama ya rektör derler ya bakan. Özel durum sırasında “ben bi zoberade içeyim, 40 dakka sonra ayılayım” diyen kadın için de “Sonradan hatırlamıyorum dedi, erkekliğime laf etti Hakim Bey” derler. Bu maddeler bize uymaz, öyle bi çeviri ile ürün lansmanı da yapılmaz!

Allahım ben lokalizasyon, lansman falan dedim, marketing yazısı mı yazmış oldum? Doğru mu bu gördüklerim, işletmeci mi oluyorum acaba gerçekten, en ukalasından?

(Bu yazının özeti: Gündemi biliyorum, hatta İngilizce de biliyorum, espriliyim, pazarlamadan anlıyorum, işletmeciyim, sözlük okuyorum -itirazı olan? )

Pazar, Aralık 04, 2005

Cepçiler...

Hüsnü Şenlendirici konserinde idim. Çok güzel bir konserdi ama konserin detayları başka bir yazının konusu. Bu yazının konusu ise konserde cep telefonlu insan manzaraları :)

Her geçen gün sayısı artan bu insanları dört farklı kategoride inceleyeceğiz.

  • İlk grupta olanlar "aman cep telefonumuzla kayıt yapalım fotoğraf çekelim" diye düşünenlerdir. Öyle ki konser sonunda fark edilir, bu kişiler konseri gözleri ile canlı canlı izlemek yerine 128'e 128 piksellik cep telefonu ekranından izlemişlerdir. Bir kameraman edası ile davranmalarından ziyade cep telefonlarının göz alan ışığı nedeni tepki görürler.
  • İkinci grupta olanlar ise sevdikleri için yaşayan cepçilerdir. Şöyle ki, herhangi bir şarkı başladığında o sırada konserde olamayan yakınlarından hangisinin o şarkıyı sevdiğini düşünürler. Bulurlar, rehberde ararlar, telefon ederler, kısık sesle "Bak sana ne dinleteceğim" derler, konserin gürültüsünden karşıdaki anlamaz, 2-3 defa tekrar ederler. Cep telefonunu hafif önde ve hafif yukarda tutmak sureti ile yakınlarına biraz dinletirler. O arada şarkı biter. Sonuçta sevdiği için yaşayan cepçi şarkıdan bir şey anlamamıştır ama sevdiği piyasada CDleri zebil olan sanatçının bir şarkısının 1 dakikasını cızırtılı gürültülü de olsa dinlemiştir, olsundur.
  • Üçüncü grupta ise her şarkı başında/sonunda çantasından cep telefonunu çıkaran ve arayan/soran var mı diye kontrol eden kesim vardır. Bunların daha ilerlemiş boyutunda olanlar cep telefonunu sürekli elinde tutup titreşiminin bozulmuş olması ihtimaline karşı her dakka ışığını yakmak sureti ile çağrı olup olmadığını kontrol ederler. Olmadı mesaj yazarlar! İletim raporu, karşı tarafın mesajı, cevaba cevap ile cep telefonları ile oynarken fonda konser dinlemiş olurlar. Muhtemelen konser veren kişinin kıyafetini çıkışta size söyleyemezler.
  • Son olarak benim de içinde olduğum grup vardır. Civarındaki insanların cep telefonu ışığı gözünü alan, her dakka yanındaki insanın kıpırdanmasından, çantasının açılıp kapanmasından rahatsız olan, her şarkının başında "Bak sana ne dinleteceğim" nakaratı dinlemekten sıkılan ve konseri bırakıp bu insanları incelemeye alan insanların bu kategoride değerlendirilebilir.

Ha bi de, hoşgeldim :)



eXTReMe Tracker