bir arkadaşıma çok eski bir yazının linkini gönderdim, sonra da o dönemi hatırlamak için okumaya başladım blogu. 350'den fazla yazı var hepsini okudum. Dedemin ölümünü okurken yine ağladım. Bazılarında koptum. Kendimle ne çok dalga geçmişim dedim. Ne olayları nasıl üstü kapalı anlatmışım dedim. Her olayı hatırladım. Her olayı yazarken nerde nasıl yazdığımı hatırladım. Yanımda, hayatımda kim vardı, işim neydi patronum kimdi, hissiyatım neydi...
hüzün kaldı geriye okuduklarımdan.... Aralık 2004'de yazmaya başlamışım, o günden bu yana kişisel tarihimi yoklayınca gözlerimde yaş oluyorsa, çalan yine media playerda hüzünlü eski şarkılar oluyorsa bu hayatta çok da birşey yapamamışım sanırım...
Hüsnü şenlendirici ile ilgili bir yazı yazmışım vakti zamanında. Onu yazıyı okurken açtım, şimdi yine o çalıyor.
*************
Rakı istedi canım... Sevgilim aradı o sırada. Akşam özel bir şeyler yapmak istiyorum dedim.
Başbaşa ... Yüzüne bakıp da sorularımı unuttuğum birşeyler...
Hüzünün her saniye hissedildiği ama dile dökülmediği, gözlerimin kenarında yaşlar titredikçe başımızı çevirebileceğimiz, bir an sonra gözgöze geldiğimizde bir şey konuşmadan birbirimize sokulabildiğimiz bir şeyler...
Aklıma üşüşen binlerce "neden" sorusunu dile dökmeyeceğim, onun da dile dökmememin hediyesi olarak beni anlar gibi elime usulca dokunabileceği, ben o dokunmadan bütün cevapları alabileceğim bir şeyler...
Sessiz, hüzünlü ama huzurlu bir yemek yemekte konuşmadan yaralarımın tamir olmasını beklemek anlamsız mı? Yüzümü boynuna gömüp tek bir hıçkırık olmadan ağlayabilir miyim?
***************
Yine kendime not oldu bu yazdıklarım. Hatta yayınlanmadan önce silinen 5 paragrafla birlikte aslında yine maksimum sansüre uğramış bir not. Bunu bile buraya yazmama kızacak o, biliyorum. Zaten son 2 senedir anca benim anlayabileceğim bir dilde yazmışım tüm yazdıklarımı... Nolur kimse sormasın bana noldu diye...