<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d9035958\x26blogName\x3dGece\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dSILVER\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://sebnem.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://sebnem.blogspot.com/\x26vt\x3d49898149766296179', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe", messageHandlersFilter: gapi.iframes.CROSS_ORIGIN_IFRAMES_FILTER, messageHandlers: { 'blogger-ping': function() {} } }); } }); </script> Gece Logo Ana Sayfa Profil

Perşembe, Ağustos 21, 2008

Oburluk.

Rahmetli dedem eskiden oturdukları evdeyken, ve nispeten daha gençken, ve dolayısı ile henüz şeker hastalıkları çıkmamışken sürekli evde fındık ezmesi bulundurdu. Kapıdan girince önce bi yanlarına gider, öperdik. Ama aklımız hep mutfağı boş yakalamada... Boş yakalar yakalamaz, çekmeceden bir kaşık alınır, kavanozun içine daldırılırdı. Anne görüp "öyle yenmez kızım o, ekmeğe sür yiyeceksin" demeden önce koca kaşık yalanır yutulurdu.

Bizim eve alınmazdı öyle şeyler, o zaman. Çok yeriz diye mi düşünürlerdi, bilmem...

Sonra Kolej yıllarında kantinde birşey keşfedildi. Çikolatalı Tost. Tadelle alınır bir kaç yerden kırılır, tost ekmeğinin içine konur, makinaya sürülürdü. missss....

15.30 itibari ile acıktım, mutfağı bir kolacan ettim. Çikolata var dolapta... Hımmm ben şimdi yerim bunu. İlk ısırık hayal kırıklığı, çok tatlı bu yaaa... Aaa dur ekmek var. Koca çikolatayı koydum ekmeğinin topuğunun arasına. Şimdi öyle kemiriyorum... Bence gayet yerinde bi fikir. Çocuklukta öyle gördük biz. Oburlukla ilgisi yok.

Cuma, Ağustos 15, 2008

bir arkadaşıma çok eski bir yazının linkini gönderdim, sonra da o dönemi hatırlamak için okumaya başladım blogu. 350'den fazla yazı var hepsini okudum. Dedemin ölümünü okurken yine ağladım. Bazılarında koptum. Kendimle ne çok dalga geçmişim dedim. Ne olayları nasıl üstü kapalı anlatmışım dedim. Her olayı hatırladım. Her olayı yazarken nerde nasıl yazdığımı hatırladım. Yanımda, hayatımda kim vardı, işim neydi patronum kimdi, hissiyatım neydi...

hüzün kaldı geriye okuduklarımdan.... Aralık 2004'de yazmaya başlamışım, o günden bu yana kişisel tarihimi yoklayınca gözlerimde yaş oluyorsa, çalan yine media playerda hüzünlü eski şarkılar oluyorsa bu hayatta çok da birşey yapamamışım sanırım...

Hüsnü şenlendirici ile ilgili bir yazı yazmışım vakti zamanında. Onu yazıyı okurken açtım, şimdi yine o çalıyor.

*************
Rakı istedi canım... Sevgilim aradı o sırada. Akşam özel bir şeyler yapmak istiyorum dedim.

Başbaşa ... Yüzüne bakıp da sorularımı unuttuğum birşeyler...

Hüzünün her saniye hissedildiği ama dile dökülmediği, gözlerimin kenarında yaşlar titredikçe başımızı çevirebileceğimiz, bir an sonra gözgöze geldiğimizde bir şey konuşmadan birbirimize sokulabildiğimiz bir şeyler...

Aklıma üşüşen binlerce "neden" sorusunu dile dökmeyeceğim, onun da dile dökmememin hediyesi olarak beni anlar gibi elime usulca dokunabileceği, ben o dokunmadan bütün cevapları alabileceğim bir şeyler...

Sessiz, hüzünlü ama huzurlu bir yemek yemekte konuşmadan yaralarımın tamir olmasını beklemek anlamsız mı? Yüzümü boynuna gömüp tek bir hıçkırık olmadan ağlayabilir miyim?

***************

Yine kendime not oldu bu yazdıklarım. Hatta yayınlanmadan önce silinen 5 paragrafla birlikte aslında yine maksimum sansüre uğramış bir not. Bunu bile buraya yazmama kızacak o, biliyorum. Zaten son 2 senedir anca benim anlayabileceğim bir dilde yazmışım tüm yazdıklarımı... Nolur kimse sormasın bana noldu diye...

Oje


Bu benim odamdaki masam. Ev değil yani, ofisteki masam...
Bize her hafta İngilteredeki merkezden bülten geliyor. Yeni projeler, duyurular vs... Bir süredir bir bölüm daha var, birilerinin masasının fotoğrafını çekiyorlar. "Masamda şunlar hep olur, bunla şunu yaparım" falan diye de adam açıklıyor. Öyle personeli tanıştıralim kaynaştıralım minvalinde bir köşe.
Oralardan gelip bu masayı çekseler, ben bu durumu kime nasıl açıklarım bilmiyorum. Masada el kremi, makyaj çantası, parfüm ve en önemlisi oje var en başta... Sabah gelince ojelerimi iş yerinde sürüyorum, öğlen yemeğe çıkarken de makyajımı yapıyorum da... Çalışmak mı? Yok canım, millet yaz tatilindeyken çalışacak değiliz ya...
Aslında bir fotoğraf daha koyabilirim buraya. O da geçen cuma çekilmiş. Saçlar maşalı. Üzerimde kırmızı abiye bir elbise, saten upuzun topuklu ayakkabılar. Ofisteki masamın üzerine oturmuşum. İş yerinden arkadaşım da resmimi çekiyor. O sırada ofise biri gelse ne denir bilmiyorum. "Akşam düğün vardı da, ben de ofisten gidecektim de... Erkenden hazırlanmışım, serkanı beklerken çalışayım dedim..."
Bu ara biraz boşum ofiste... Eylüle kadar bir 15 gün daha öyle...
Sıkıldım ama ben...


eXTReMe Tracker