<body><script type="text/javascript"> function setAttributeOnload(object, attribute, val) { if(window.addEventListener) { window.addEventListener('load', function(){ object[attribute] = val; }, false); } else { window.attachEvent('onload', function(){ object[attribute] = val; }); } } </script> <div id="navbar-iframe-container"></div> <script type="text/javascript" src="https://apis.google.com/js/platform.js"></script> <script type="text/javascript"> gapi.load("gapi.iframes:gapi.iframes.style.bubble", function() { if (gapi.iframes && gapi.iframes.getContext) { gapi.iframes.getContext().openChild({ url: 'https://www.blogger.com/navbar.g?targetBlogID\x3d9035958\x26blogName\x3dGece\x26publishMode\x3dPUBLISH_MODE_BLOGSPOT\x26navbarType\x3dSILVER\x26layoutType\x3dCLASSIC\x26searchRoot\x3dhttps://sebnem.blogspot.com/search\x26blogLocale\x3dtr_TR\x26v\x3d2\x26homepageUrl\x3dhttp://sebnem.blogspot.com/\x26vt\x3d49898149766296179', where: document.getElementById("navbar-iframe-container"), id: "navbar-iframe" }); } }); </script> Gece Logo Ana Sayfa Profil

Perşembe, Ocak 26, 2006

Takıntı

Bundan bir süre önce aylarca bir iş ile uğraştım, portal projesi.
Müşteri büyük bir üniversite hastanesi. Oradaki hocalar, danışmanlar soğuk soğuk terler döktürüyorlar bana.

İşi götürüyorum, müşteriye sunacağım. Daha sayfayı açar açmaz adam diyor ki, "bu tasarımın sağ tarafındaki boşluk ile sol tarafındaki boşluk aynı değil". Bakıyorum, evet 3 piksel ! Sonra diyor ki, “şu imaj metne daha yakın ama diğer sayfadaki daha uzak”. İddialaşıyoruz, 2 piksel ile o kazanıyor. Ter basıyor.

Dönüyorum şirkete, yok screen ruler yok eye dropper bir dolu şey yüklüyorum bilgisayarıma, sayfa sayfa hata buluyorum. Bana da öyle uzak konular ki! İşletmeciyim ben, hayatımda photoshop görmüşlüğüm yok –hala yok gerçi- hayatımda renk kodu duymamışım- kesin bi adı vardır bunun, hala bilmiyorum- , pikseli örgü modeli sanıyorum.

Çalışıyor didiniyor, hataları buluyor. Tasarımcı ve Houston efendi ile tasarımı adam ettiğimi düşünüyorum, ertesi hafta yine gidiyorum müşterinin yanına.

Eminim, rahatım. Tasarımcım da yanımda. Demo sayfasını açıyorum, bir gururla... Haydaaa bu sefer, başlıkların bir kısmı büyük bir kısmı küçük diye takıyorlar. Diyorum ki, “hocam, bakın bu demo. Zaten bu içeriği siz gireceksiniz, biz öylesine yazdık”.

Gözleri ile 3 pikseli ayırt eden hoca “Şebnem Hanım” diyor, “demoya gelirken öylesine yazılmaz hiç birşey, ben buraya bakınca sizin işinize gösterdiğiniz önemi görüyorum”. Haklı adam.

Ve günden sonra yavaş yavaş yeni takıntım belli oluyor, artık Internette bi arkama yaslanıp surf yapamıyorum ben. Ya Türkçe karakter kullanımına takıyorum, ya dil tutarsızlığına, ya küçük/büyük harfe.

Ortalama 12 saat geçiriyorum hergün Internette. Günde 10 saat zaten işyerinde kablonun ucundayım. Eve gider gitmez de açıyorum bilgisayarımı. (her siteye işten girilmiyor değil mi, bunun logu var, sistem yöneticisi var) Kimi zaman yazmam gereken dosyalar tüm gün boyunca sanki wall papermışcasına arkada açık duruyorlar. Ben ordan oraya sürtüyorum Internette. Kimi zaman iş için gerekli sitelerde dolaşıyorum. Yerli yabancı. Hele de o sıralar portal projesi, web işi ile uğraşıyorsam sürekli hata arıyor gözlerim.

Az önce Uluslararası bir siteye girdim. Avrupa Birliği Komisyonu tarafından yürütülen bir site. Bir link; bişey bişey “on line” yazıyor. Tıklıyorum, yeni pencere açılıyor, az önceki linkte yazanın içeriği. O da ne başlık “on-line”. Hadi uluslararası bir tutarlılık yok herkes kafasına göre yazıyor, ama birbirine linklediğin iki sayfada online’ın nasıl yazılacağına karar verilebilir, değil mi? "Sadece özensizlik."

Geçen gün Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünün sitesinde headere gözüm takıldı. “HACETTEPE UNIVERSITESI”. Hadi yazı olsa anlayacağım bir yere kadar –onu da çok anlayamam ya- ama yazı aslında imaj. Biri hazırlamış photoshop’ta. Kullandığı fontta Türkçe karakter yokmuş, öylece bırakmış. Üniversite burası, cidden anlamıyorum.

Ya da bir tasarım gönderiyor arkadaşlar nasıl olmuş tasarım diye. Benden “o an için gereksiz” yorumlar alıyorlar, “başlıkların bir kısmında title case kullanmışsın, bir kısmı sentence case” diyorum “alo tasarımdan bahsediyorduk" diyorlar, "ha o mu, o çok güzel" (Temha iyi bilir bu huyumu).

İş bitmeden bitmiş gibi yorum yapan müşterilere benzetiyorum kendimi, kendi kendime sinir oluyorum.

Taktım bu aralar işte.

14 Yorum:

Blogger thay der ki...

Hiç unutmuyorum.. Üniversiteden yeni mezun olmuşum (Hacettepe de çok daha fazla gariplikler vardır bu arada). Bir yandan köyde öğretmenlik yapıyorum, bir yandan da başka bir şehirde yüksek lisans, günde 9 saat yolculuk yaptığım oluyor. Ama her şeyin üstesinden de geliyorum babalar gibi. Bir rapor hazırlamıştım tam 47 sayfa, yağ içinde börek yasayan arkadaşların hazırlayamadığı bir rapor hem de. Gururla veriyorum hocaya. Sayfalara bir göz gezdiriyor, kağıdın arkasını çevirip bir şeyler çiziyor hoca. Bu bir klavye. Ama Avrupa Birliği ülkeleri ve bizim ülkemizdeki eğitimle ne alakası var ki!!? Space barı gösteriyor hoca “ şu uzun çubuk var ya, işte boşluk bırakmak istediğinde buraya basacaksın” diyor. Hatalarını düzelt raporuna öyle bakarız diyor. Evet hatam virgülden sonra boşluk bırakmamaktı. Affedilir gibi değildi. 47 sayfa yazıyı yazarken hiç boşluk kullanmamış olsam anlayacağım, ama bir kere yaa..

Okuduğumuzu anladık mı? Boş kafalar kafanın tasına, dolu kafalar tasın içindekilere bakar. Bir de armudun iyisini ayılar yer.

1/26/2006 10:25:00 ÖS  
Blogger Gün der ki...

Ahhh thay, yüksek lisans tezimi hatırlattın bana, ne gıcık şeyler takıntı haline gelmişti ben de, hala da noktalama işaretlerinden sonra boşluk bırakıyorum, ama asla önce değil :)

1/26/2006 11:30:00 ÖS  
Blogger Gece der ki...

İşin içinde sunmak varsa katılmıyorum thay, rapor sunmak, sunum yapmak, demo sunmak, internette web sitesi sunmak.

Babam kalp krizi geçirmişti, yoğun bakımda. Ben canımdan çok sevdiğim sevgilim benden ayrılmış, içim acıyor, üniversite 4. sınıf, final dönemi. Bunalıyorum. Negotiation dersinde proje sunacağız. bütün sınıf sırayla sunuyor. Hoca önce bir iki laf ediyor içeriğe, sonra bize geçiyor. Senin kravatının rengi ilgiyi dağıtıyor, sen neden yüzüğü baş parmağa taktın, aykırı imajı veriyor, senin ayakkabıların bu takıma olmaz. "Hoca" diyorum içimden "bi git, bin tane derdim var, bi de kendimi sana mı beğendireceğim."

Sonra çalışmaya başladım. Baktım bişeyler sunarken kimsenin umrunda değil senin derdin tasan. Tek kaş havada inceliyorlar seni. Sonra şirket de uyandı mevzuya. Yok kişisel imaj yok kurumsal imaj eğitimleri aldırdı bize. Haklılarmış. Masanın düzeni bile fikir veriyor işyerinde.

Neymiş, bir şey sunarken tasa da önem vermek bir yere kadar doğruymuş. Kafamız boş muymuş? Değilmiş.

Ama evet, armudun iyisini ayılar yiyo, o doğru.

Gün, takıntılı hocalar heryerde var, ben eksik olayım dedim :)

Ligeia, bendensin biliyorum zaten. Benim yazılarımda da bir dolu hata var, görmemezlikten gel ne olur.

1/27/2006 08:48:00 ÖÖ  
Blogger TASARAMA der ki...

Hayııırrrrrrrr!
haaaaaaaaay..
o tasarımın sağ tarafındaki boşluk da sol tarafındaki boşluk da imajın metne daha yakın olması da benim marifetimdi, tamam ama şimdi elim ayağım titriyor bak bugece rüyama girecek o portal, birileri de peşimden koşturacak bak bu yazıyı bir pixel daka sola alsana gene yamuk olmuş diye... ben de gene bisayfa[msı] verilmiş renklerini kullanmak dışında işime yaramayan Tasarım Harikalarından binlerce pixelperfect sayfa türetmeye çelışacam, onu buraya taşı öteki bir pixel kaysın, arkadaşın biri firefoxla bakarken diğerli IE55.0 la baksın ama ikisi de aynı şeyi görsün, benim max 1152X1024 çalışan dandik CRT ekranımda bütünü bir seferde göremeden yaptıklarıma notebook ekranlarında baksınlar background rengi imajların fonundan daha beyaz görünsün, ekranda o bir pixel sağa sola oynayan noktaların her birinin suya çizildiğinin, bırakılacak bir damlanın daha bütün resmi bozuğunun farkında olmasınlar.

Bukadar kişisel davrandığım için kusura bakmayın efenim, bütün yaralarımı depreşti, elim ayağım titredi yazarken, ama bildiğim bişey var ki en az sizin kadar takıntılıyım ama tek bir farkla projeler gerçekleşmeye çalışırken maalesef bütün çıkıntılarınız yontuluyor.

neyse, abarttıysam affoluna..

1/27/2006 01:08:00 ÖS  
Blogger Gece der ki...

yaw tasarama, o projede o kadar uğraşmana rağmen Houstondan bahsedip senden bahsetmemem eşeklik olmuş cidden.

Geçti artık, sakın ol. Çok uzaklardasın bunlardan.

1/27/2006 01:44:00 ÖS  
Blogger TASARAMA der ki...

neysa canım, tek takıntımız ekrandaki pixeller olsun....

1/27/2006 02:01:00 ÖS  
Blogger Erol der ki...

gece.blogspot
not found penceresi
bir iki sn içinde
toparladım kendimi
onca blog var kimse
gece diye almamış
taktım ben gece gece
hay ben böyle işe

bu da benim dilim
aha :p

1/28/2006 01:29:00 ÖÖ  
Blogger Gece der ki...

:) aslında biri almoş gece.blogspot.com'u sadece içerik koymamış.

1/28/2006 09:44:00 ÖÖ  
Blogger Erol der ki...

evet almoş biri :)

1/28/2006 11:18:00 ÖÖ  
Anonymous Adsız der ki...

Gece sana yorum yazarken benim de bu konuda bir takıntım olduğunu keşfediyorum her seferinde. Hatta bir seferinde sana "yanlış yazmışım düzeltsene" diyecek kadar ileri bile götürmüştüm olayı. (Herkes hatalı yazılmış yorumu okuduğu halde:))

Bu arada yorumları okurken başka bir takıntımı daha farkettim. Negotiation'dan bahsetmişsin,beni eskilere götürdün, ve ben yine o zamanlar neden seninle çok çok çok yakın olmadığımıza takıldım. Çok şey kaçırdım.
Telafi etmeye çalışıyoruz şimdilerde ama o günler daha daa güzel olabilirdi:)) Ah ah....

1/29/2006 09:42:00 ÖS  
Anonymous Adsız der ki...

Yorumu okuyunca bunun takıntıyla ne alakası var diyenlere; Gece'ye sürekli "neden biz üniversitede bu kadar yakın değildik" diye otuzbin kez sorunca ve hala okuduğumda buraya takılınca, takıntı olmuş oluyor. Gece takıntısı:))

Bi de ilk yorumumda yazım hatası yapmışım, oppps!

1/29/2006 09:50:00 ÖS  
Blogger Gece der ki...

Erol, almoş yazmışım ne var. İyice kilo aldım galiba parmaklar bile dolmalaşmış baksana. I yerine O yazıyorum falan. Niye yüzüme vurdun ki şimdi.

Selin, takıntılı mısın ya :P Şaka şekerim, çok öptüm ben seni.

PS: Aslında bu da başka bir takıntı, baktım 13 yorum yazıyor, hemen 14 olsun diye yazdım alelacele bu yorumu.

1/30/2006 08:40:00 ÖÖ  
Blogger Erol der ki...

ben de I yerine O yazmışım. ne var yani bizimki de aceleden olsa gerek

1/30/2006 01:33:00 ÖS  
Anonymous Adsız der ki...

Hani insanlar kitap okurken ellerinde kalem böyle önemli yerlerin, efendime söleyim beğendikleri cümlelerin fln altını çizer, kenarına köşesine yorum yazar kitapta verilen düşünceyle ilgili di mi? Peki ben napıyorum? Noktalamadan sonra bırakılmamış boşlukları, bir tane olması gerekirken iki tane konulan boşlukları birleşik yazılan soru eki -mi'leri, yersiz kullanılmış kelimeleri, konmamış virgülleri vs vs. işaretliyorum. Bir de bunları tek tek yazıp, yayın evine gönderiyorum, bir daha ki baskıda düzeltin bunları diye. Elime ne geçiyor? Hiç, üstüne üstlük okuduğumdan da bişi anlamıyorum.
Peki bunu evde okuduğum kitaba yapıyorumda, işte yapmam gereken işlerle ilgili olarak niye yapmıyorum? BİLMİYORUM.

2/03/2006 09:44:00 ÖÖ  

Yorum Gönder

<< Ana Sayfa



eXTReMe Tracker