2001 senesi mezun olmuşum ama iş nerde? Kriz sonrası... Herkes kamu kurumlarının sınavına çalışıyor, e haliyle ben de. Ama istemiyorum artık hukuk, muhasebe vs çalışmak. İşe gitmek istiyorum artık. Yetenekliyim bence, beceririm işi, çalışmayı severim diye düşünüyorum.
Ve beklenmedik bir zamanda bir yerden teklif alıyorum tanıdık vasıtası ile. "İlk aylar asgari ücret, sonrasına bakarız". Aman diyorum ne önemi var, çalışırım ben. Çalışıyorum da. Hem de çok severek, çok isteyerek. 3 ay sonra kadrodayım, başladığımın 3 katı ücretle. Sonra vadem doluyor o şirkette.
Başka bir yerle iş görüşmesi. Ben bol bol ukalalık yapıyorum, güvenim tam kendime ve çalışmayı çok seviyorum. Sabah 6'da kalkmak da koymuyor bana, 2 günde bir İstanbula gitmek de. Önemli olan üretmek benim için. Tatmin... Başarmak...Takdir görmek...
Ve o dönemde ücret önemli değil, bunları sağlamak daha önemli. Çok havalıyım sormayın. Oooo hem de tam kokoşluğuma uygun bir iş, takımla falan gidiyorum işe. Bilkentte bir plaza insanı oluyorum ben. Genç, başarılı sanıyorum kendimi.
Bilkentte plaza insanı olmak önce ekonomik olarak sarsıyor beni. Ama öyle anlamıştım ben okulda. İşletmeci olacaktık biz. Şıkır şıkır giyinecek, lüks cafelerde somonlu fettucini yiyecek, başarılı olacak, iş bağlayacaktık biz. Öyle hayal ettik.
Hayaller bir yere kadar tutuyor, ama bir yer eksik kalmış. Yönetici figürü! Karabasan gibi bir adam giriyor hayatıma. Ayaklarım geri geri gitmeye başlıyor önce. Sonra mesai saatlerim kısalıyor sabah 6 aksam 8 çalışırdım ben zevkle. sabah 9 akşam 6'ya çekiyorum saatleri. Sonra mesai saatlerinde verimlilik bitiyor. Adam içimde ne varsa alıp götürüyor. Başarılı hissetmiyorum artık. 25 YTL'lik fişler için hesap veriyorum. Milletin önünde fırça yiyorum. Takdir yok, ilgi yok, sahiplenme yok. Yavaş yavaş bitiyor içimde herşey.
Sadece gidip gelmeye başlıyorum işe. Yıpranmamaya çalışıyorum, yıpranıyorum.
Beceremiyorum, bunalıyorum, gitmek istiyorum, çok borcum var, çalışıyorum.
Sanırım ben hergün kendimi satıyorum.