Bilkent Starbucks... Pazar akşamüzeri, feci kalabalık...
Sıradayım ve sürekli içimden "Cafe latte, nonfat ve double shot lütfen" repliğini tekrarlıyorum. Neden? Çünkü bunu böyle söylemek hoşuma gitmiyor, gidip kasanın önünde Türkçeleştirmeye kalkıyor, beceremiyor rezil oluyorum. Misal, "iki vuruş" demişliğim ve double'ın Türkçesini two sanıp "two ölçek" demişliğim var.
Zaten Türkçe söylemeye kassam bile kasadaki adam arkaya "nonfat süt geliyooo" diye bağırıyor, diğeri de "grande latte icin mi?" diyor. O yüzden aslında İngilizce söyleyince de bir iletişim problemi çekmiyoruz Starbucks camiası ve ben, ben de artık kasmıyorum "Cafe latte, nonfat ve double shot lütfen" diyorum.
Neyse sırada ben yine "aman zırvalamayayım" diye repliğimi tekrar ederken önümdeki ortayaşlı bayan havuçlu kek istiyor.
- İki havuçlu kek lütfen. Ama rica etsem ısıtabilir misiniz?
Sesindeki yalvarır ton dikkatimi çekiyor, repliğimi unutmak pahasına kadınla kasadaki adamın konuşmasına dikkat kesiliyorum.
- Üzgünüm hanfendi, ısıtamıyoruz.
- Ama lütfen, bir kerelik ısıtsanız, ben öyle seviyorum.
- Üzgünüm. Kurallar
- Ama Armada ısıtıyor.
- Onları da uyaralım o zaman, gelen talimatlar bu yönde. Muffinleri 30 sn. ısıtacaksınız, ıspanaklı pufu 20 saniye, kekleri ısıtmayacaksınız diyor bize Amerika.
- Canım Amerika nerden duyacak, bi ısıtıverseniz.
- Müdürüme danışayım...
Sonuçta ısıtılmadı, hatta kasadaki fırça yedi, neden soruyorsun bilmiyor musun diye. Kadın da uslu uslu peki madem dedi, aldı kekini gitti.
Müşteri memnuniyeti, kekteki olası ısı tepkimeleri, kadındaki tepkilememe...
Uppss sıra bana gelmiş.
- ben bi cafe latte alacaktım, double shot, nonfat...