İzin isterdik annemizden vermezdi, "Anne lütfen bak Esin bile izin almış" diye ağlamaklı bir tonda konuşurduk. Bakarız derdi akıllı annemiz.
İşte o zaman başlar işkence. Sevindiğini belli edemezsin, "daha izin vermedim, düşüneceğim" der annen. Hemen arkadaşlarının yanına gidip haber vermek gelir içinden, "aman, nereye hemen" der. İzin vermekten vazgeçer diye korkar, çıkamazsın evden. Bütün gün iyi geçinmeye, iyi evlat olmaya çalışırsın ki bu yazlıkta çok zordur. Denizde o kadar kalınmaz, su sadece 2 saat verilir ve o iki saat tam senin duş yapmak istemediğin zamana denk gelir, meyve yiyeceğin zaman altına tabak almazsın, yazlıktasındır, rahatsındır, tatildesindir, ve bunu anneni daha çok çalıştırmak için bir hak gibi görürsün. Hatta böyle ısrar ve izin günlerinde çocukluk aşkının yanında gelip de "toplamadan çıkmışsın odanı" demelerine bile ses çıkaramazsın. Ailenle özel hayatın yoktur çocukken, ailen sakınmaz çocuk olduğunu sürekli hatırlatır sana, oysaki sen bir seneyi ayrı geçirdiğin arkadaşlarına çok büyümüş gibi yapmaktasındır.
Neyse izin aldın, bütün gece dışardasın, "Güneşi doğuracağız anne, merak etme beni gece" diye bağırırsın dışarı çıkarken. Hep senden bir üst jenerasyondan duymuşsundur, "abi bi uyandım aksam olmuş, e tabi güneşi doğurduk dün gece, süperdi olm var ya..."
Saat hemencecik 1 olur. Yandaki kampın 03-73 yaş arasında müşterileri olan "disco"suna gitmiş, oradan siteye dönmüşsündür. Artık biraz daha sessizdir ortalık. Bira alırdırırsın marketten, kendin alamazsın, çünkü daha sen eve döndükten 1 saat sonra, baban gidip ekmek alacaktır oradan. Bir yandan biranı içerken muhabbet edersin arkadaşlarınla. Saatler ilerledikçe yakın evlerden yazlık pijama ile biri çıkar "çocuklar sessiz biraz, jandarma çağıracağım valla" diye söylenir. Biranın etkisiyle erkek çocuklar ağaç altı aranırken sen eve gitmeye korkarsın, bir daha çıkamazsam diye. Bütün gece tuta tuta tuvaletini, "yaaa gitmeyin, ben bu gecelik izin aldım dersin" uykusu gelen arkadaşlarına. 3'ten sonra artık gözlerin kapanmaya başlamıştır, ama kararlısındır, o güneş bu gece doğacak.
Üşürsün... Sonra annen çıkagelir, zaten evden topu topu 200-300 metre uzaklıktasındır. Merak etmiş, üşüyeceğini bilmiş, merserize kazağını bahane edip yanına inmiştir. Paniklersin, o gelmeden sen yetişmelisindir. Bira şişeleri ortada, yanında hoşlandığın çocuk, yan bankta sızmış bir arkadaş. Görmemeli, hemen yanına gitmeliyim.... Neyse kurtardık dersin, kazak içini ısıtmaya başlamışken.
Rüzgar hafiflemiştir. Sen sersemlemişsindir. Havada değişiklik sezersin. Dikleşirsin birden. Bi aklıevvel hadi iskeleye der, sanki 50 metre ilerde olmak değiştirecekmiş gibi, bir dolu çocuk daha kurumamış tahta iskeleye oturur. Bilirsin, tahta iskelenenin nemlendirdiği popon yüzünden bir azar işiteceksindir annenden, ama artık önemli değildir, o büyülü renkleri nihayet sen de görebileceksindir. Güneş doğar, çıt çıkmaz, denizin üzerindesindir. Güneş doğar, gece biter, evin yolunu tutarsın, yüzünde aptal bir gülümseme ile.
Henüz 25 yaşında anlarsın ki bundan sonra o renkleri sadece sabah işin çok olduğu için sabah ezan okunurken evden dışarı çıktığın için yaşayabileceksindir. Ağzında aynı bira tadı, aynı ürperti, o zaman ki aptal gülümseme ile işe doğru sürersin arabanı, bir burukluk vardı üzerinde, havada...
Edit: Yandaki fotografı yazıyı tekrar okuduktan sonra ekledim. Didimdeki ilk gençlik günlerini, yukardaki hikayeyi beraber yaşadığımız, bazen yan bankta sızan arkadaş, bazen hoşlandığın çocuk olan bu adamları çok özledim. Sadece bu 3 kişiyi değil tabi,hepsini, hepinizi.